“Bu, elli katlı bir binadan düşen adamın öyküsü.
Adam kendini rahatlatmak için, sürekli şöyle diyormuş: Buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda, buraya kadar her şey yolunda”
Fransa, tarihi boyunca hep isyanlara ve toplumsal çatışmalara sahne olmuştur. La Haine’in anlattığı 90’lı yıllar da hem göçmen politikaları, hem de polis şiddeti bakımından ayrı bir yere sahip. Filmin yönetmeni olan ve Amelie, Munich, Happy End gibi yapımlardaki rolleriyle kendisine aşina olduğumuz Mathieu Kassovitz’in bir röportajında bahsettiği üzere yine bu yıllarda yaşanan bir olayın yarattığı öfke ile ortaya çıkmıştı film.
La Haine Filminin Fikri Nasıl Oluştu?
1993 yılında polis tarafından gözaltına alınan üç arkadaştan biri olan Zaireli göçmen Makomé M’Bowole, diğer arkadaşları serbest bırakılmasına rağmen merkezde bekletilip, polis tarafından psikolojik ve fiziksel şiddete maruz bırakılmıştı. Günün sonunda ise polis silahından çıkan kurşun ile şakağından “yanlışlıkla” vurulmuştu. Olayın haberini alan binlerce insan Fransa sokaklarına döküldü. O sırada protestoların yakınında bulunan Kassovitz de haberi alır almaz gösterilere katılıp öfkesini belli etmek istedi ve o gün, kafasında La Haine filminin senaryosunu yazmaya başladığı gündü.
1995 yapımı film, Fransa’nın göz ardı edilen ve dışlanan mahallelerinde büyüyen gençlerin hikâyesini ele alıyor. Hem de bunu ilk kez ana akımın dikkatini çekecek şekilde toplumsal gerçekçi bir perspektifle yapıyor. Fransa gettosunda hayatını geçiren, bir nevi “ezildikten sonra hepimiz aynı şarabız” sözünün ete kemiğe bürünmüş hali olan bir Arap, bir Siyahi ve bir Yahudi üç arkadaşın hayata dair tavırlarını en salt haliyle takip ediyoruz. Karakterleri canlandıran aktörlerin kendi isimlerini kullanması ise filmin ne kadar gerçek hayata dair olduğunu belirten bir başka işaret.
La Haine Filminin Özeti
Filmin niteliğini konuşmadan önce spoilerlı şekilde özetleyecek olursak: Açılış sekansında bize gerçek protesto görüntüleri, polis ile halk arasındaki gergin söylemleri, yanan araçları, sloganları gösteren film, çatışmanın ne tarafında durduğunu net bir şekilde belirtiyor. Önceki gün protestolarda polis tarafından gözaltına alınan Abdel Ichaha’nın sağlık durumunun kritik olduğunu ve bir polis tabancasının kayıp olduğunu jenerikte öğrenerek başlıyoruz filme.
Sokakta gözleri kapalı şekilde tek başına dikilmiş Said’in, bir silah sesi sonrası gözlerini açmasıyla mahalleye giriş yapıyoruz. Said, arkadaşı Vinz’i uyandırmak için evine gider. Evden çıkmadan yüzünü yıkamaya giden Vinz, yıllardır nasıl çekildiği konuşulan, Scorsese’nin Taxi Driver filmini taklit ettiği, ayna ile laf dalaşına girdiği oyunu sergiler. Elindeki hayali tabancayı aynaya ateşlemesiyle, vermiş olduğu kararlar ile nasıl kendi hayatını şekillendirdiğine bir bakış atmış oluyoruz. Evden çıkıp köhne bir binaya giriş yapan ikili içerinin kundaklanmış olduğunu görür. Her şeyin yıkılıp döküldüğü alanda sağlam kalan tek şey ortadaki kum torbasıdır ve arkadaşları Hubert orada kum torbasıyla bir mücadele içinde antrenman yapmaktadır. Bu sahne ile beraber ana karakterlerimizin hepsiyle tanışmış oluruz.
Hubert’i de alıp bir apartmanın çatısındaki mangal partisine giderler. Burada mahalle gençlerinin bir direniş yöntemi olarak birlik olup beraber takıldıklarını, ara sokaklardaki tehlikeden ziyade gökyüzüyle baş başa kaldıkları bir güvenli alan oluşturduklarını görüyoruz. Fakat polisler buradaki rahatlarını bozup onları aşağı indirmek ister. Bu sırada yaşanan itiş kakışta Vinz ile bir polisin karşılıklı göz teması düellosunu gördüğümüz an aralarındaki nefretin tırmanacağını anlayabiliyoruz.
Protestoda kaybolan silahı bulup saklayan Vinz, her fırsatta getto yaşamdan kurtulmak istediğini ve farklı şekilde de mücadele edilebileceğini söyleyen Hubert ve bir tanıdığından parasını almak isteyen Said şehir merkezine doğru yola çıkar. Yaşadıkları mahalle toplumun geri kalanının göz devirdiği, her köşe başını polisin tuttuğu, bıçak sırtında tedirgin bir yaşamı içerirken; gezdikleri yerde polisin kendilerine “Efendim” diye hitap etmesinin şaşkınlığını yaşarlar. Telefon etmek için kamusal bir tuvalete girince, içeride bulunan yaşlı bir adamın hikayesine maruz kalırlar. Hikayenin özeti şöyle: Sibirya’ya sürgüne gönderilen insanlar, sadece tren su almak için durduğunda inerek tuvalet ihtiyacını giderebilmektedir. Grunwalski isimli biri ise bu şekilde trenden indiğinde, tren hareket edince yetişememiş ve donarak can vermiştir.
Anlatılan hikayeye anlam veremeyen gençler Said’in parasını alacakları yere gider. Apartman çıkışında keyfi polis kontrolüyle Said ve Hubert gözaltına alınırken Vinz oradan kaçarak kurtulur. Gözaltında yeni polisin eğitim malzemesi olarak kullanılan Said ve Hubert psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalır. Bilinçli olarak son gece treninin saatine yakın serbest bırakırlar ve karakterlerimiz birkaç saniye ile son treni kaçırır. İstasyonda Vinz ile buluşup mahalleye dönmek için farklı yol aramaya başlarlar. Paris’in ışıltılı merkezinin karanlık arka sokaklarında tıkılıp kalan gençler, bir istasyona sabahlamak için girdiklerinde dev ekranda Abdel Ichaha’nın ölüm haberini görürler. Ekran karşısında oturup saatleri öldürürken Vinz’in yanlarında olmadığını fark eden Hubert peşine düşer. Çünkü Vinz, eğer Abdel ölürse bulduğu silahla bir polisi vuracağının sözünü vermişti.
Vinz’e engel olup Paris sokaklarında turlamaya başladıkları sırada, sokakta karşılaştıkları ırkçı dazlak çetesinin dayağından Vinz’in silah çekmesi sonucu kurtulurlar. Filmin başından beri sürekli sakin olmaktan, barıştan bahseden Hubert bu sefer yakaladıkları dazlağın kafasına sıkması, Abdel’in öcünü alması için Vinz’e telkin verir fakat Vinz tetiğe basamaz. Bu şekilde geceyi noktalayıp sabahın ilk treniyle mahallelerine doğru hareket ederler. Mahalle istasyonunda inip yürürken bir polis aracı tarafından yolları kesilir. Araçtan, önceki gün çatıda Vinz ile göz dalaşı yapan polis çıkar. İntikam için gelen polis tabancası ile şov yapmaya çalışırken silah ateşlenir.
Vinz’in cansız bedeni yere kapaklanır, şehir ölüm sessizliğine bürünür. Hubert’in elindeki silahın namlusu polisin kafasına, polisin namlusu ise Hubert’e döner. Kamera Said’e yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır ve silah sesiyle beraber Said gözlerini yumar. Silah patlamasıyla başlayan filmimiz bir silah patlamasıyla sona erer.
Pamuk ipliğine bağlı bir hayata ve patlamaya hazır bir tabancaya sahip bu 3 gencin sonu tıpkı tuvaletteki adamın anlattığı hikâye gibi sonlanır: “İktidar tarafından sürülürsün, birkaç saniye ile treni ve hayatı kaçırırsın…”
La Haine Hakkında Genel Görüşler
La Haine, zamanında doğru damarlara bastığı için beğenildiği kadar nefret de edilen bir film olmuştu. İlk kez gettonun sesi böyle sanatsal ve gerçekçi duyulmuştu sokaklarda, evlerde, televizyonda ve her yerde. Toplumun kanayan yarasına işaret eden film, medya temsili konusunda ezilen sınıflara da ilk şans verenlerdendi. La Haine’in yakaladığı başarı sayesinde Fransa sinemasında yeni bir sayfa açıldı. Banliyö hayatını, belgeselvari şekilde ekranlara taşıyan “Wesh wesh, qu’est-ce qui se passe?” veya “Banlieue 13” gibi yapımlarla devam eden bir Banliyö janrı oluştu.
Etkisi sadece film sektörüyle kalmayıp sokaklara da sirayet etti. Film vizyona gireli henüz 1 hafta olmuşken, Paris’in Noisy-le-Grand banliyösünde, Arap kökenli Belkacem Belhabib’in polisten kaçarken hayatını kaybetmesi sonucu mahallede ayaklanma başlar. Otoriteler kabul etmek istemese de ayaklanma sonrası duvarlarda, filmden bildiğimiz “Le monde est à nous / Dünya bizimdir” yazılarını gören herkes filmin karşı konulamaz etkisini gayet net anlamıştı.
Temsil ettiği bölge ve eleştirdiği iktidarın ötesine geçen bir yapım olmayı başaran La Haine, sinemanın mihenk taşlarından biri kabul edildiği gibi global bir sistem eleştirisi olarak her zaman yerini korudu. Üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen izleyince hala dumanı üstünde bir yapım görüntüsü veriyor. Bu da dünyanın, zamandan bağımsız şekilde hala aynı evrensel sorunlara sahip olmasından kaynaklı. Evet belki film toplumu kökünden değiştiremedi ama en azından yasadışı polis aksiyonlarına karşı toplumun isyan çığlığı olduğunu düşünen yönetmen: “Eğer bu filmi yapmasaydık polisler bizi avlamaya devam edecekti. En azından insanların gözlerini açtık, artık sokaklarda halka şiddet uygulayan bir polis gördüklerinde ‘Bunu yapamazsın,’ diyebiliyorlar.”
La Haine, ezilen ve ötekileştiren halkın; kaybeden ve öfkeli gençlerin hikayesi. Sinema var olduğu sürece ismi asla silinmeyecek kadar derin kazılan bir hikaye, ve bu hikaye hala yazılmaya devam ediyor.
“Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır.”
Sistem karşıtı filmler listemize ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.
Yorum yap