Tamtamına 5 yıl boyunca sabırsızlıkla beklediğim Spider-Man: Across the Spider-Verse sonun da çıkış yaptı. Geldikten kısa bir süre sonra, zor olsa da izleme fırsatına eriştiğim bu şahane yapımı herkese anlatmak için sabırsızlanıyorum. O zaman, let’s do this one last time.
Biraz Ön Bilgi
Öncelikle Spider-Verse sinematik evreniyle ilk defa tanışanlar için küçük bir bilgi, bu bir devam filmi. İlk film girişte de bahsettiğim gibi 2018 de Spider-Man: Into the Spider-Verse adıyla çıkmıştı. O yıl çıkmasıyla beraber de büyük bir hayran kitlesi kazanmış hatta animasyon da devrim yaratmış, Sony ise büyük bir kazanç sağlamıştı. Her yaştan insan bu filme bayılmış ve övgülerini göndermişti sonuç olarak Sony’nin gözü açıldı. Yıllar boyunca animasyona “çocuklar için” gözüyle bakan Sony sonun animasyonun gücünü keşfetmişti.
Animasyon için de bir sürü tür barındıra bilir, belirli bir kısma ya da herkese hitap edebilir ve unutulmayan eserler ortaya koyabilirdi. Bu durumu geç de olsa fark eden Sony biraz zamanın ardından Spider-Man: Across the Spider-Verse’ü duyurdu. Herkesi bir telaş kapladı ve bekleme başladı. Film için iki seçenek gözüküyordu, sinema tarihinin en kötü devam filmi olacak ya da ilk filmin getirdiği başarıyı katlayacaktı. Şunu söylemeliyim ki, ikinci seçenek gerçekleştiği için çok mutluyum.
İlk Film İçin Küçük Bir Özet
Evet, ilk filmden bahsetmenin daha doğrusu bir özet geçmenin zamanı geldi sanırsam. İlk film de biricik Spider-Man’imizle tanışıyoruz ardından ise kamera bizi Miles Morales adındaki liseye yeni başlamış bir gençle tanıştırıyor. Asi bir genç hayatı süren Miles kısa bir sürenin ardından grafiti yapmak için girdiği bir yerde radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılıyor. Bu durum dert etmeyen Miles, ertesi gün okul için hazırlanırken vücudundaki değişimleri fark ediyor ve böcekle karşılaştığı yere dönüyor.
Miles tünellerde örümceği ararken aynı tünellerde o sırada Kingpin ismindeki çam yarması kötümüz ise kaybettiği ailesini geri getirmek için paralel evrenlere geçiş sağlayan bir makine yapmaya çalışıyor. Miles ise şans eseri kendini bu makinenin yanında buluyor ve o sırada Spider-Man ile yolları kesişiyor. Her zamanki gibi büyük bir kavganın içinde olan Spider-Man bu sefer kötü adamı yenemiyor, makine çalışıyor, büyük bir patlama şehri altüst ediyor ve Spider-Man ölüyor. Ölümü şehirde büyük bir üzüntüyle karşılanıyor, Miles ise Peter’ın mezarına gidiyor ve orada hayatı kötü dönemden geçen ve başka bir evrenden gelen Spider-Man ile karşılaşıyor.
Daha lafı uzatmadan sonlandırmak gerekirse. Miles başka evrene ait örümceklerin de kendi evrenine geldiklerini öğreniyor. Bunlar anime kızı Peni Parker, radyoaktif bir domuzun örümceği ısırdığı evrenden gelen Spider-Ham, gizemli, havalı, karanlık ve seslendirmeni Nicolas Cage olan Spider-Noir, sonuncu örümceğimiz ise Gwen Stacy’nin beyazlar içinde Spider-Woman hali. Birleşen örümcekler Kingpin’i durdurmak için toplanıyor, bu süreçte de Miles kendini ve güçlerini öğrenmeye çalışıyor. Sonunda ise Kingpin’e kavgayı bitiren yumruğunu atıyor ve herkes kendi evrenlerine gidiyor.
İlk film dediğim gibi üstünde ayrı bir şekilde konuşulacak kadar önemli ve ses getiren bir filmdi, bunun üzerine Sony’nin bir bu kadar büyük filme daha kalkışması herkesi korkuttu ama içten içe de sevindirdi. Haydi asıl olayımıza geçelim o zaman
Spider-Man: Across the Spider-Verse Hakkında Biraz Bilgi
Yönetmenlerden, yazarlara kadar çok başarılı bir kadro karşılıyor bizi ama asıl üzerinde durmak istediğim nokta kesinlikle animasyon alanı. İlk filmin üstüne çıkamayacaklarını benzer işler koyacaklarını düşünürken, lafımı ağzıma geri tıktılar. İlk filmdeki animasyonları ikiye katlayan bir yapım var ortada. Her sahnesine baktığımda ayrı bir detay fark ettim, ki üzerine birkaç kez daha izledikten sonra fark edemediğim detaylarda kesinlikle çıkacak.
Bir diğer üzerinde durmak istediğim konu ise sesler. (Seslendirmelere bu konuya girdirmesem de en küçük rolden en büyük rollere kadar oldukça başarılı iş çıkardığı söylemek isterim.) Film içerinde duyduğum her ses beni ayrı ayrı duygulara soktu. Birinde (tıpkı ilk filmdeki Prowler’ın müziği gibi) ürpererek hayran kaldım, birinde ise (yine ilk filmdeki Only One Spider-Man müziği gibi) yüzümde aptal bir sırıtmayla hayran kaldım. Eğer buradan da soundtrack’e girersem kimse beni tutamaz o yüzden üç dört ay daha dinleyeceğimi söylemekle yetineceğim.
Aksiyonu her sahnesinde sonuna kadar hissettiren bu filmi eğer daha küçük yaşlarda izleseydim kesinlikle evin içinde çalan müzikleri son ses açıp oradan oraya zıplardım. O yüzden küçük kardeşinizi Spider-Man’e götürüyorsanız bu sizin suçunuzdur. Yapmayın, kendinizi ve ailenizi bu beladan koruyun.
Bu İşin En Zor Yanı, Her Zaman Herkesi Kurtaramayacak Olman
Filmimiz bu olaylar yaşandıktan uzun bir süre sonra gerçekleşiyor. Bu sefer hikayemiz ilk başta Gwen’in ağzından anlatılmaya başlıyor. Onun suluboya renkli evrenini ziyaret ediyor ve hikayesinin daha da içine dalıyoruz. Babasıyla ve geçmişiyle olan yüzleşmelerine şahit oluyor ve başka bir evrenden gelmiş Vulture ile kavgalarını izliyoruz. Bu kavga esnasın da ise başka bir portal açılıyor ve Miguel O’Hara yani Spider-Man 2099’u görüyoruz. Bu abimizi daha önceki filmin post credit sahnesinde görmüş ve devam filminde büyük bir rol oynayacağını sezmiştik zaten sadece bu kadar hızlı görünmesini beklemiyorduk.
Savaş örümceklerimizin aleyhine giderken bir portal daha açılıyor ve hamile Spider-Woman yani Jessica Drew ortaya çıkıyor. Kavgayı kazanan örümcekler gitme hazırlığı yaparken Gwen babası tarafından yakalanıyor, maskesinin indirip kendini gösterse bile babası onu anlamıyor bu sebeple o da diğer örümceklerle kaçıyor.
Hikayenin buradan sonrasına pek değinmeden sadece ana konuları anlatmak istiyorum. Gwen’in gittiği yer aslında örümcek adamların toplandığı ve kendi hikayelerindeki önemli anları korudukları ve de anomali adlı o dünyada olmaması gereken olayları veyahut kişileri hallettikleri üstmüş. Miles ise kendi dünyasında yeni ortaya çıkan ve oldukça beceriksiz kötü adam Spot ile dövüşüyor. Bu dövüş esnasında en dikkatimi çeken olay ise Spot aslında Miles gibi hatalar yapıyor, Miles nasıl ilk örümcek tecrübesinde hatalı hamleler yapıyorsa Spot da birebir bu hamleleri tekrarlıyor buradan da Spot’un ileride çok güçlü bir hal alacağını sezmeye başlıyoruz. Kavganın sonlarına doğru Spot Miles’ı yaratıldığı yere getiriyor ve o etkileyici cümleyi kuruyor. “Biz birbirimizi yarattık!” Önceden isteyerek ve istemeyerek yaptıkları davranışlar sonucu iki karakterin birbirlerinin sebebi olması çok enteresan.
Bu sözlerden sonra Spot bir hata daha yapıyor ve kendi içine hapsoluyor ama bu sayede de başka evrenlere geçiş yapabileceğini öğreniyor. Film boyunca da amacı diğer evrenlere geçip, ilk patlamadaki benzer olayları tekrarlayıp kendini daha güçlü yapmak ama bilmediği şey ise bu patlamaların çoklu evrenin sonu olması bu yüzden örümceklerimizin amacı ise buna engel olmak. Diğer örümceklerin de film içerisinde ekstradan bir amacı daha var ama bunu söyleyip sürprizi bozmak istemiyorum.
Spot kötücül işleriyle meşgulken yalnız bıraktığımız örümcekler aralarındaki ilişkileri geliştiriyor, birbirleriyle tanışıyor ve gerçekleri gün yüzüne çıkarıyorlar. Bir önceki filmden sevdiğimiz yüzleri tekrar görüyor ve yeni tanıştığımız yüzleri de maceramıza ortak ediyoruz. İlk filmden beri serinin yaptığı en iyi şey karakter tanıtımı, bunu çok iyi yapıyorlar ve farklı şekilde de harmanlayıp kullanıyorlar. Daha fazla detaya girmeden burada bitirmek ve filmin artı ve eksilerinden bahsetmek istiyorum.
Sonuç
Hadi bir sorunu hızlıca konuşalım. Modern filmlerde de oldukça rastladığım bir eksi ki benim için çoğunlukla filmin bütün zevkini yok eden bir durum bu, sonu olmaması veyahut sonunun başka bir filmle bağlanacağını söylenmesi. Bir film izliyorsam en temel beklentim başının ortasının ve sonunun olmasını beni tek başına da yani başka filmler olmadan da tatmin etmesini istemek. En basit ve bilinen örneğim her zaman yüzüklerin efendisi olmuştur, üç filmi de tek başına izlediğiniz zaman bir eksiklik hissetmezsiniz. Her filmin kendi içinde bir sonu vardır ve bu durum sizi tatmin etmeye yeter de artar. Spider-Man: İnto the Spider-Verse de mesela bir son vardı ve beni oldukça memnun etmişti, son filmde ise bu durum maalesef yok.
Peki asıl soru, bu durum filmi benim gözümde bitirdi mi? Filmden zevk almadan mı çıktım? Hayır. Filmden oldukça zevk aldım, sonunda heyecanım hava da kalsa da filmin neredeyse her yerinde kendimi aptal gibi sırıtırken buldum. Sonlara yaklaştığımız sırada bunun yarım kalacak bir film olduğunu sezmiş ama yapmayacaklarını düşünmüştüm. Bir yıl daha bekleyeceğiz tam bir film izlemek için yapacak bir şey yok. (Film yayınlandıktan hemen sonra devam filminin 2024’te olacağı söylendi ama büyük ihtimalle bir gecikme yaşanabilir.)
Yeni tanıştığımız karakterlerin hepsi birbirinden farklı ve kişiliklerini anında fark edebileceğimiz tipler. Rönesans devrinden gelen Vulture’dan, Spider-Punk’a, Miguel O’Hara’dan Spot’a kadar bütün herkes eşsiz. Hepsinin üzerinde oldukça çalışılmış, en ince detayına kadar düşünülmüş. Film internete düşer düşmez bir daha izleyip kaçırdığım detayları yakalamayı düşünüyorum. Film içerisinde aksiyon zamanlarında kullanılan fps düşürme yöntemi bu filmde de oldukça kullanılmış hatta Spider-Punk’ın sahnelerinde fps sekize kadar düşüyor. Onun dışında her evren için ayrı bir çizim tekniği kullanılması, bu film serisinin sevilerek yapıldığının en büyük göstergesi.
Örümceklerin asıl buluşma yerine gittiğimiz zamansa bu farklı örümcekleri bir arada görmek beni oldukça mutlu etti. Sony elini korkak alıştırmamış bulduğu her örümceği kafamıza atmış. Ama daha fazla örümcek görmek istiyorsak beklememiz gerekecek. O zamana kadar da milyonunca kez izlemiş olurum ve hatta hangi örümcek nereden gelmiş ve arka plan hikayeleri hakkında bir yazı bile yazabilirim. Bilemeyiz.
Yorum yap