Monogatari anime olarak çok ilginç bir seri. Benim için ise, anlayacağınız üzere ayrı bir önemi var. Hayır, bir önceki anime gibi duygusal anlamda yakın hissettiğim için değil. Tamamen Monogatari’nin ne olduğuyla alakalı. “İlginç” dedim ya, bunu laf olsun diye söylemedim. Anlatması da çok zor. Kime övsem, zaten anlatması çok zor olduğu için sadece izleyin dedim ama, “Abi inanılmaz bir anime, izlediğim en iyi şey” gibi bir dönüşle henüz karşılaşmadım, hatta çoğu kişi “ağır geldi” diyerek bıraktı. Benim için ise Monogatari serileri, her bölümünden sonra, “Allah’ım nasıl bu kadar güzel bir anime olabilir, sen ne kadar güzel bir şeysin” diye yerimden fırladığım bir anime olmuştu.
Şimdi bunu biraz açmaya çalışayım. Videonun çok uzun olacağını sanmıyorum. Çünkü animede ne olduğunu anlatmayacağım. Zaten önemli olan hangi olayların olduğu değil, o olayların nasıl olduğu. İnanın veya inanmayın, hikayeyi genel hatlarıyla bilsem de olayları çok net hatırlamıyorum bile ve bu umurumda bile değil. Ama bazı ufak tefek ikonlaşmış sahneleri asla unutamıyorum. Zaten pek çoğunuz izlememiş bile olsanız, Youtube’da orada burada bazı meşhur sahneleri görmüşsünüzdür, aşinasınızdır.
Neyse bu kadar giriş yeter, Monogatari serilerini sevme sebeplerime geçelim, madde madde anlatmaya çalışalım ki derli toplu olsun. Gerçi Monogatari kendisi derli toplu bir anime değil ki sevme sebeplerim derli toplu olsun ama deneyeceğiz.
Monogatari Serisinin Konusu
Aslında en başta bundan bahsedeceğim ama benim için en önemli sebep olduğu için değil, içeriğin sağlığı için. Monogatari doğa üstü olayların da olabildiği bizimki gibi bir dünyada, Araragi adında liseli bir oğlanı ve etrafındakileri konu alıyor. Bu doğa üstü olaylar ne büyü ne lanet. Animede bile isimleri gariplikler (oddities) olarak geçiyor. Bu garipliklerin ortaya çıkma şekilleri çok değişiklik gösterebiliyor. Ama en güzeli de eğer sen onlara yaklaşırsan ve seni etkilemelerine izin verirsen bu garipliklerden etkilenebiliyorsun. Aksine bu garipliklerden tamamen uzak bir yaşam sürersen bir şanssızlık yaşamadığın sürece böyle şeyler hakkında bilgin bile olmayabiliyor. Bu da Nietzsche’nin “Canavarlarla savaşanlar kendileri de canavar olmamaya dikkat etmelidirler. Eğer uçuruma yeterince uzun bakarsanız, uçurum da sizin içinize bakar” sözünü akla getiriyor. Aslında uçurum dediği “abyss” bizde tam karşılığı olan bir söz değil. Karanlık ya da cehennem gibi de düşünebilirsiniz. Ama buradaki ana fikir, bizi etkileyen her şeyin biz o şeye izin verdiğimiz için bizi etkiliyor olması. Ben bu fikri normal hayatımda da sürekli savunduğumdan benim için anime konu olarak baya dişe dokunuyor. Araragi de bunu bilmesine rağmen kimsenin bu garipliklerle olan sıkıntısını göz ardı edemiyor ve başı da bu garipliklerden kurtulmuyor.
Monogatari Serilerinin Konularını İşleme Şekli
Ben insanların akıllarından ne geçtiğini bilmeyi çok isterim. Bu normal hayatta da böyle ve animelerdeki zevklerime de yansıyor. Monogataride de ana karakterin devamlı bir monoloğu var. Daha da güzel olan bunu aptala anlatır gibi anlatmıyor, aksine genelde saçmalıyor, espriler yapıyor. Baya bildiğiniz absürt bir mizah mevcut. Ve sadece ana karakter Araragi de değil, diğer karakterler de bayağı saçmalıyorlar. Düzenli olarak bir slapstick komedi havası hakim. Ve ben monogatari izleyene kadar slapstick komedisini sevebileceğimi tahmin bile etmezdim. Monologların dışında kaynak light novel olduğu için, o hava verilmeye çalışılıyor anime boyunca. Sürekli aralarda ekrana yazılar geliyor, bazısı yine monolog gibi akıldan geçen düşünceler, bazıları ise tamamen saçma şeyler. Ama hep denir ya, “Light novel daha güzel, manga daha güzel” diye. Aslında Monogatari bu özelliğiyle light novel’a karşı olan dezavantajını baya kapatıyor. Hepsini yakalamak zorunda değilsiniz. Animeyi anlama konusunda zorluk yaşamazsınız. Ama ben Monogatarilerdeki bu detaya hayranım.
Monogatari’de Tür ve Karakterler
Monogatariler ecchi ve harem. Bunu inkar etmiyorum. Ama bu janra isimlerini söyleyince bile kafada oluşan fikirlerle animeye haksızlık yapılmaya başlanıyor. Monogatari’de ecchinin olması bence tamamen tasarımsal bir tercih. Adam sana yaşattığı onca duygunun yanına karakterlerin cinsel çekişmelerinden doğan bazen komik bazen de nefes kesici anlara da yer vermiş. Yani ecchi bu animede tamamlayıcı bir öğe. Tam olarak nü bir resim, bir fotograf gibi düşünmeyin ama benzer estetik unsurları da içinde barındıran bir öğe. Aynı şey harem janrası için de geçerli. Şimdi burada spoiler vermeyeyim ama Araragi etrafındaki o kadar güzel kıza rağmen aklını başına toplayamayan bir odun değil. Bunun yanında haremine girip çıkan kızlar ve diğer karakterler kelimenin tam anlamıyla eşsizler. Hepsi çok iyi yazılmış ve izleyicide merak uyandırıyorlar. Onları tanımak, sıkıntılarını öğrenmek ve mutluluklarını paylaşmak istiyorsunuz.
Monogatari’de Görsellik
Belki de Monogatari’nin en güçlü ve eşsiz olduğu tarafı. Görsel bir şeyi kelimelerle anlatmak yersiz. Fakat yine de denemem gerekirse daimi bir LSD kafası derdim. Karakterler saçmalarken alakasız yerlerine zoom yapılması, garip pozlar vermeleri, fondaki renk cümbüşleri gibi öğelerin hepsi animenin stüdyosu olan Shaft!’ın şahsına münhasır teknikleri. Bunun yanı sıra Stüdyo Shaft! Hajime Ueada gibi bir deha ile sıkı fıkı çalışıyor. Her sezonun bitişi Ueda’nın kendine has çizim tekniğine sahip. Tüm bunlar bir araya gelince belki en çekici waifu’lar değil ama en etkileyici sahneler ortaya çıkıyor benim nazarımda. Aslında bunlar direkt Monogatari’ye has özellikler de değil, Shaft!’ın hemen hemen tüm çalışmalarında benzer bir kalite hakim. Hemen iki örnek bırakayım, Puella Magi Madoka Magica ve March Comes in Like a Lion. İkisi de birer baş yapıt. Özellikle Madoka’daki cadı sarayları efsane. Ama genel anlamda bence Shaft!’ın görsellikle ortalamayı hep yüksek tuttuğu tepe noktası Monogatarilerdir.
Eğer siz de Monogatarileri seviyorsanız yorumlara neden sevdiğinizi yazın. Eğer izlemediyseniz ve ilginizi çektiyse vakit geçirmeden başlayın. Bizden şimdilik bu kadar. Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere.
hemmen başlıyorum efenim öyle ballandıra ballandıra anlattınız ki yemede yanında yat ooh miss
Ben hangi sıralamayla izlemem gerektiğini çözemedim. Farklı sıralamalar dizenler var. Kısaca ikiye ayrılıyor: Çıkış tarihine göre ve hikayenin sırasına göre. Sanırım ben ikincisini uygulayacağım çünkü ilk izlediğimde aklımda soru işaretlerinin kalmasını istemiyorum. Siz hangi sırayla izlediniz, ne önerirsiniz?