İnsanlığın Vahşete Olan Açlığı : HUNGER GAMES

Hunger Games aynı isime sahip Suzanne Collins romanından uyarlanan; kitap serisi 3, film serisi 4 (son filmi 2 bölüme yayılarak çekildi) filmden oluşan bir seriydi. Hunger Games 2012 yılında sinemalarda seyirciyle buluştu ve gişede patladı. Kadrosunda Jennifer Lawrence, Woody Harrelson, Liam Hemsworth, Josh Hutcherson gibi isimler barından bu filmin yönetmenlik görevini Gary Ross üstlendi.

Kana susamışlık, vahşet, korku! Ve daha fazlası…

Hunger Games’in konusunu bilmeyenler için küçük bir özet geçecek olursak, yapım distopik –Cesur Yeni Dünya, 1984 gibi– bir evrende yer alıyor. “Panem” denilen bu ülke, İngilizcede başkent anlamına gelen “Capitol” adında bir başkente sahip. Panem, başkent ile Capitol dışında kalan yoksul, açlık içinde yaşayan on iki tane “Mıntıka” dan oluşuyor. 1. Mıntıka, 5. Mıntıka gibi isimlere sahip olan her mıntıkanın belirli bir görevi var. Bazısı kömür madencisi, bazısı elektrik santrali çalışanı, bazısı oduncu… Bu mıntıkalar “Capitol” a gerekli olan yiyecek, ısı, enerji gibi kaynakları sağlıyor.

Peki bu insanlar neden böyle yaşıyor? Eski zamanlarda bir savaş, isyan olmuş ama devlet bu savaşı kazanan taraf olmuş; ardından devlet bu isyancıları, dediğimiz mıntıkalarda çalışmaya sürgün etmiş. Bu sahneye 1-2 dakika ayırmış yapım. İşte bizim bu “Hunger Games” yani Türkçeye çevirisiyle “Açlık Oyunları” nın sebebi de bu savaş. Savaştan sonra her mıntıka bir kız ve bir oğlan olmak üzere iki haracını Capitol’a orada ölümüne savaşmaya göndermek zorunda kalmış. Açlık Oyunları 24 kişiyle başlıyor ,1 kişi ile sona eriyor. Kan, savaş, vahşet, açlık, korku ile geçen bu ölüm kalım savaşını; Capitol’da ve mıntıkalarda yaşayan yediden yetmişe herkes izliyor. İnsanların bu vahşetten ne denli zevk aldığı filmde ana konu olmasa bile dikkatli bir izleyici yine de farkına varabilir. Filmi çoğunlukla ana karakterimiz, Jennifer Lawrence’ın canlandırdığı Katniss Everdeen’in gözünden izliyoruz.

Karakterler üzerine birkaç kelam

Ana karakterimiz Katniss Everdeen ile Josh Hutcherson’ın karakteri Peeta Mellark; aslında birbiri ile çok zıt iki karakter. Film boyunca onların nasıl tanıştıklarına dair fikirler ediniyoruz, ilişkilerinin gelişmesine, değişmesine tanık oluyoruz ama karakterlerde asla değişmeyen nokta ise karakterlerin onlara has, onları o yapan özellikleri. Katniss içine kapalı, daha gergin, kolay kolay güvenmeyen bir mizaca sahipken; Peeta daha sosyal, sevecen, mutlu bir karakter. Film boyunca Katniss’ı ne kadar içine kapanık, somurtkan gösterseler de aslında içinde sevdiklerine karşı bir zaafı olan bir karakter. Dikkatli bir izleyici, Peeta’nın ne kadar mutlu görünse de içinde fırtınalar koptuğunun farkına varabilir. Katniss’ın kendi mıntıkasından sonra, geldiği Capitol’u ne denli garipsemesini, ilginç bulmasını film başarılı bir şekilde yansıtmış. Katniss ile empati kurmamıza sağlamak için olsa gerek; yapım bize Capitol’daki modayı çok garip, abartı olarak sunmuş. Doğal olarak Katniss bu modaya, insanlara, yiyeceklere, lükse alışkın değil, bu durumu yapım seyirciye gayet güzel anlatmış. Capitol atmosferi daha güzel anlatılmazmış.

Başkan Snow , Panem’i yöneten lider olarak tanıtılmıştır. Bu filmde çok uzun bir süre görünmese de serinin sonraki filmlerinde fazlasıyla sahnesi bulunmaktadır. Ne kadar az sahnesi olsa bile seyirciye Snow’un ipleri elinde tuttuğu, büyük resmi gören yegane insan olduğu çok iyi yansıtılmıştır. Çok zeki bir karakter olan Snow, aynı zamanda acımasızdır.Filmde “Korkudan daha güçlü olan tek şey umuttur,” gibi bir sözü olan Snow’un korku ile yönetilen bir devlette; bunu gören, fark eden ve düşünen bir lider olması çok normaldir.

Gözümüze batan karakter eksiklikleri

Peki, Woody Harrelson’ın karakteri Haymitch’e ne demeli? Karakterin yararını sadece üç sahnede gördüğümü söylemek isterim. Ne yazık ki senaristler bu konuda biraz tembel davranmışlar. Elbette karakterin bazı önemli özelliklerinden biri ayyaş olması ama hikayeye, filme sadece birkaç beslenme kutusundan daha fazla etkisi, katkısı olmalı. Bu hikayedeki büyük düşmanımız diye gözümüzün önünden ayrılmayan; Vikings’den tanıdığımız Alexander Ludwig’in karakteri Cato’ya da biraz derinlik eklenseymiş keşke, diyorum kendime. Cato film boyunca çokça kez sahnedeydi ama nedir, kimdir, kimlerdendir hiçbir şey seyirciye verilmemiş. Tamam anlıyorum film uzar, maliyet artar diyenler olacak ama filmin ana konusu, filmde olan olayların nedenini 2 dakikaya sığdırmış bir filmden; yine 1-2 dakikalık bir sahne eklenmesini isterdim ki bu, belki seriye daha iyi hizmet etmezdi ama filme önemli bir etkisi olurdu.

Panem et Circenses

“Panem et Circenses” Roma’nın kullandığı bir yönetim biçimiydi. Ekmek ve eğlence anlamına gelen bu Latince kelime bütünü; Roma’nın büyüyen işsiz kadrosuyla başa çıkma taktiğiydi. Bolca dövüş, tiyatro, eğlence düzenleyip insanlara bedava yemek dağıtıyorlardı. 3000 yıl önce bu yöntemi geliştiren Romalı yöneticilerin amacı halkı sessiz, sakin kontrol altında tutmaktı. Hatırlatmak isterim ki bu filmdeki ülkemizin ismi “Panem” dir. Bu ne denli distopik bir evren olduğunu anlatmak isteyen yazar Suzanne Collins’in güzel, ince detaylarından biridir.

Panem aynı anda hem bir ütopya hem de bir distopyadır.  Capitol’da yaşayan halk için bir ütopya olan ama dışarıdan bakan birinin -izleyicinin- kolayca anlayabileceği bir distopyadır. Propaganda, eğlence, vahşet, kan, korku ile yönetilen bir halktan bahsediyoruz bu filmde. Capitol halkı çok feci bir şekilde manipüle edilerek mıntıkalardaki insanların mutlu olduğuna inandırılmıştır. Açlık Oyunları, Capitol halkı tarafından basit bir eğlence gibi görünse de mıntıkalar için durum hiç de böyle değildir. Korku ve vahşet dolu haraç toplama günleri ile başlayan Açlık Oyunları; ailelerin evlatlarına, sevgililere, kocalara, kardeşlere mal olmaktadır. Yirmi dört tane genç, ergen çocuk hayatını trajik bir biçimde kaybediyor. Buna gülerek, bağırarak, üzerine bahisler oynayarak eğlence diyorlar; ardından sonraki gün hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar. Film günümüzün olaylarına da etki etmiştir. Filmlerde sevdiklerine karşı “görüşürüz” anlamına gelen üç parmak selamını; seride ilerledikçe yapanlar Capitol askerleri tarafından cezalandırılıyor. İşte bu selam günümüzde Tayland‘da yaşanan isyanlarda görülmeye başlanmıştır.

Peki, Hunger Games neden kötü, neden iyi?

Film, birçok alanda artısı bulunmasına rağmen gözünüzden kaçmaması gereken birkaç eksiği var.

İlk olarak filmi 13 yaş ve üzeri yapmak için kullandıkları; ismini benim verdiğim, “sallama kamera” tekniği çok canımı sıktı. Filmi izlerken başım döndü resmen. Filmi daha küçük yaşlardaki izleyiciler izleyebilsin diye kanlı, öldürmeli, vahşet dolu sahneleri; bulanık çekmek için kamerayı bolca sallamışlar. Aksiyon sahneleri bu nedenden dolayı çok güzel değildi demek zorundayım. Diğer bir değineceğim nokta birden fazla gereksiz sahne bulunması sorunudur. Mesela en çok gözüme çarpan örnek; Haymitch, Katniss’e sabah erken kalkması gerektiğini ; çalışacaklarını söylüyor ama ne yazık ki filmde çalıştıkları bir sahne yok. Büyük bir boşluk olan, gereksiz giden 2 dakikalık sahnenin yerine; benim karakterler üzerine yaptığım yorumlarda geçen Cato’nun geçmişini, orijin hikayesini verebilirlerdi.

Yeter bu kadar gömdüğüm, biraz da yükseltelim filmi. Yapım atmosferi çok güzel anlatmış. Distopyayı anlatırken muhteşem bir iş çıkarmış. İzleyiciyi dünyaya aşina etmek için belirli sahneler çekilmiş. Katniss’ın bakış açısından izlediğimiz sahnelerde içinde bulundukları durumu anlatmak için kullanılan “sessiz sahne” yöntemi o kriz altında, ne kadar sakin kalsa da, gergin olduğunu göstermiş. Gary Ross, bu sahneleri adeta bir gerilim filmi gibi yönetmiş. Jennifer Lawrence’ın oyunculuğu gayet gerçekçi olmuş. Kim ne derse desin Lawrence’ın ünlenmesinin bu film serisi ile olduğunu, ona Oscar kazandıran “Silver Linings Playbook” filminin popüler olmasında fazlasıyla etkisi olan filmin; bu yapım olduğunu bir daha belirtmek isterim. Kurgu konusunda da fena olmayan bu yapım, sinematografide “sallama kamera” yüzünden eksik performansını; güzel çekilmiş gerilim sahneleri ile biraz da olsa kapatmıştır.

Hunger Games hakkında son yorumlar

Hunger Games iyisiyle, kötüsüyle gayet güzel bir serinin ilk filmi ve kalbimizde her zaman güzel bir yeri olacak. Jennifer Lawrence ile tanışmamıza vesile olan bu yapım, çoğu kişinin sinema ile tanışmasında da etkili olmuştur. Ciddi bir inceleme yapan izleyici filmde boşluklar bulabilir ama normal bir izleyici için tatmin edici bir serüven sağlayacaktır bu yapım. Benim de gözümde yeri ayrı olan bu yapımı sinemaya yeni aşina olan ya da güzel, rahat vakit geçirmek isteyen herkese öneririm. Sağlıcakla kalın!