the sandman incelemesi

THE SANDMAN – Neil Gaiman’ın Eseri Netflix’de Hayat Bulursa – Dizi İncelemesi

Güncel olan dizi ve filmleri yazmayan biri olmama rağmen ikinci istisnam The Sandman dizisi oldu. Bunun nedeni de tamamen Neil Gaiman kaynaklı 🙂 Yeni, eski her şeyi izleyen biriyim aslında ama Neil’ın adını görünce böyle kaliteli bir yapımı bizimkiler kesin yazmıştır dedim ama yazan yoktu bana kısmetmiş.

Kitap okumaya ara verdiğimden beri daha çok izler oldum ama bu dizi o kadar iyiydi ki şimdiye kadar iki kere bitirdim. Evet DC’nin işleri, Marvel kadar renkli değil ve genelde de filmleri kötü ama dizileri gayet başarılı ve bu dizi de o kategori için güçlü bir aday.

DC Comics için yarattığı The Sandman‘i her zaman ekrana da taşımak isteyen Neil Gaiman’a bu teklif nihayet yıllar sonra gelmiş. Orijinali bozulmadan ve kısaltmalara gidilmeden karakteri aktarma şansı olmuş ve yazıldıktan 30 yıl sonra dizi olarak nihayet çekilmiş. Zaten The Sandman film olamazdı, dizi olması şarttı. Neil bile 3000 sayfalık bir çizgi romanı filme aktarmanın ne kadar zor olduğunu söylemiştir bir röportajında. Ayrıca karakterimiz çizgi romanda karanlık, sadist ve zalimken nedense dizide yufka yürekli veee çizgi roman senaryolaştırılmamış. Neil da bunu aktarıyor röportajlarından birinde. Her karaktere yazılan cümleler dizide de tekrar edilmiş. Çok fazla röportaj dedim ya onu da paylaşmak isterim. Buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.


Neil Gaiman, David S.Goyer ve Alan Heinberg tarafından geliştirilen The Sandman’in, 2019’daki Netflix anlaşmasından ve oyuncu seçimlerinden sonra 2020 yılında çekimlerine başlanmış ve 2021 yılında ise çekimleri tamamlanmış ve 1 yıl sonra nihayet yayın hayatına başlamıştır.

Şimdi çizgi romanın nasıl hayat bulduğundan dizi oluşuna kadar her merakınızı giderdiğimi düşünerek muhteşem oyuncunu aşağıda paylaşmak isterim.

the sandman
The Sandman Oyuncu Kadrosu


The Sandman Dizisinin Bölümleri


1.BÖLÜM : SLEEP OF THE JUST ( DELİKSİZ BİR UYKU )
İlk bölüm ana hikayeye giriş ayrıca karakterleri tanıma ve analiz bölümü olduğu için ve ölümsüz bir varlık ölümlüler tarafından yakalandığı için nasıl yani olabilirsiniz ve bundan dolayı da bir nebze sıkıcı gelebilir ama görsel öğelerdeki kalite daha ilk bölümden kendini belli ediyor.


2.BÖLÜM : IMPERFECT HOSTS ( KUSURLU EV SAHİPLERİ )

Habil ve Kabil sahneleri -ikisini saymazsak- sanki bir Harry Potter havasında. Bu bakımdan çok sevimli ama düş dünyada sevimli şeyler kadar sevimsiz şeyler de var. Bir taraftan büyülü bir dünyanın kapısını açarken aynı zamanda size bunlarla çıkmaz sokakta denk gelmek istemem diyeceğimiz insanların olduğu bir kapı daha açıyorlar.


3.BÖLÜM : DREAM A LITTLE DREAM OF ME (DÜŞÜNDE BİRAZ BENİ DÜŞLE )

Bu Constantine başka Constantine 😀 İçinize onun çıkaracağı bir şey girsin istemeyeceksiniz 😀 Bu bölümde iki farklı ülkede iki farklı olay yaşanıyor ve izlerken bunlar nasıl bağlanacak acaba diye beyin jimnastiği yaptırıyor bizlere.


4.BÖLÜM : A HOPE IN HELL (CEHENNEMDE BİR UMUT )

Bu bölümde de yine iki ayrı yerde iki ayrı olayı izliyoruz ve ne zaman kesişecek bunların yolları arkadaş diye diye izlemeye devam ediyoruz. Lucifer ile Morpheus’un düellosu şahane bir şey. Bu görsel şöleni ifade edecek bir kelime bulamadım çünkü. O ne değişik bir şey yaaa…. Bir insanın aklına nerden gelir böyle bir şey…


5.BÖLÜM : 24/7 ( 24 SAAT )

Bu bölüm çok değişikti. Bakış açısıyla ilgili bir bölümdü özünde. Hayatın boyunca sana yalan söylendiyse artık kimse yalan söylemese nasıl olurdu acaba gibi. Diğer taraftan da insanların kendilerine ve başkalarına yalan söylemediği sadece düşledikleri şeylere ulaşmak için her şeye göğüs germeleri, sorunları olsa da gülüp geçmeleri mi. Bu da bizi gerçekten de sorgulamaya itiyor. Biri, düşlerimizi elimizden alırsa yalansız bu dünyada kaos mu çıkar yoksa ölümsüzlere ait bir eşya ölümlü bir adamı delirttiğinden adam “yalan bunlar uleeyyynnn” mi der?


6.BÖLÜM : THE SOUND OF HER WINGS ( KANATLARININ SESİ )

Hepsi çok güzel, hepsi çocuğum gibi ama en çok bu bölüm seviyorum 😀 Ölümün bir çok yönünü gördüğümüz bu bölümde yine anlatılmak istenen bir şey çok belli. Biri doğduğunda seviniyorsak, öldüğünde neden üzülüyoruz. Ölüm, hayatın en gerçek yanı ve hayata anlam katan tek şey aslında. Ölüm olduğu için hayatımızı dolu dolu yaşamalı ve ölüm size elini uzattığında da gönül rahatlığıyla o eli tutmalı. Amaaa diğer taraftan ölümsüzlükte güzel. Bu bölümde bu iki yanı konu alıyor ve ben Hob Gadling’i ( Ferdinand Kingsley ) cidden çok sevimli buldum. Ölümsüz hayatı her zaman yukarı gitmedi buna rağmen pes etmek nedir bilmedi. Burada bile insanın güçlü bir yönü var işte.


7.BÖLÜM : THE DOLL’S HOUSE ( BEBEK EVİ )

The Sandman’in bu bölümünde hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığı işleniyor sanki. Yaratıldığı amaca hizmet etmek değil de arzu ettiği şeyi yapmak ya da olmak istemediği bir şeye zorlanmaktan kurtulmak. Bu arada söylemeden de geçemicem aile, ailedir. Ha ölümlü ha ölümsüz. İkiziyle kardeşine komplo kuran Desire, sözüm sana 😀


8.BÖLÜM : PLAYING HOUSE ( EVCİLİK OYUNU )

Bu bölümde rüyalar gerçek olsa diyoruz adeta. Hatta ve hatta gerçek dünyada ne işimiz var rüya alemi daha güzel, gerçekten daha gerçek diyoruz sanki ama tabi ki gerçeklere kör ve sağır olamadığımız durumlar da var. Bu bölümde rüyaların içinde gezmek çok ilginçti. sanki o insanların kafalarında olmak gibi.


9.BÖLÜM : COLLECTORS (KOLEKSİYONCULAR )

Geçen bölüm için rüyalar gerçek olsa demiştim ya bu bölümde bunun sonuçlarını gördük ve şaşırdık. düş dünya ve uyanık dünya birbirlerine ne kadar bağlı bir kere daha gördük. Biri olmadan diğer olamaz gibi bir durum söz konusu. Ayrıca -Cereal Convention- daki kelime oyunu süperdi.


10.BÖLÜM : LOST HEARTS (KAYIP KALPLER )

Sevdiklerini kurtarmak mı kendi hayatın mı? İnsan bu sorunun iki yanına da ucundan bakınca ne karar vermesi gerektiğini anlıyor. Ben mi onlar mı? Bir de bu nasıl karakterde biri olduğunuza da bağlı. Veee kaderin sizin için ne planladığına. Bu bölümde arapsaçı olan her şey çözülüp daha -heee şimdi anladımmm- dediğimiz noktaya geliyoruz. Söylemeden geçemicem cani bir katil olabilir ama Corinthian’ı cidden çok sevdim.

11.BÖLÜM : DREAM OF A THOUSAND CATS/ CALLIOPE (BİN KEDİNİN RÜYASI/ KALLİOPE)

Hikayemiz tamamlanmışken bonus bölüm olarak çıkan bu bölüm ilginçti. Kediler rüya görür mü, görürse bunlar nedir? temalı kısa bir bölüm var. Ben bunu pek sevmedim açıkçası. Diğer bölüm ise, Dream’in geçmişiyle bağlantılı olan Calliope ile ilgili. Bu tarz bir bölümü 2.sezonda bekliyordum açıkçası. Okumuştum çünkü Orpheus’la ilgili bir şeyler. Demek daha geniş alınacak bir konu değildi ki tek bölüme almışlar. Belki diğer sezona giriştir. Yeni sezon gelmeden bilemeyeceğiz.

MERAKLI GERÇEK

Söylemeden geçemeyeceğim, The Sandman dizisi içindeki detaylar beni cidden çok etkiledi. Düş Dünya’nın koca kapısındaki figürler çizgi romandaki Dream’e ait. Ayrıca parlayan göz de sempatik Dream’i biraz ürkünç yapmış. Hele cehennemin görünüşü. Vatikan’a ne kadar benziyor demekten alamadım kendimi. Dinden çok mitlerle ilerleyen Neil, burada tam olarak neyi anlatmış acaba diye düşündüm.

Karakterler alışılagelmiş olanlardan çok farklı. Zenci, hayat dolu bir kadının Death olması, çekici bir kadın yüzüne sahip altın gözlü bir erkek olan Desire, John yerine Johanna Constantine, Doctor Destiny yerine John Dee ama en büyük şok kadın bir Lucifer sanırım. ( Lucifer deyince aklımıza Tom Ellis geliyor malum 😀 ) Tam anlamıyla cennetten düşmüş bir melek.

Morpheus’un Lucifer’la olan düellosu muazzamdı ama tabi ki en sevdiğim bölüm 6. bölümdü. Ölümün bir çok haline şahit olduğumuz bölüm. Bu arada John değil de Johanna olmasının, aynı zamanda Doctor Destiny değil de John Dee olmasının nedenleri; ileride bir gün dizinin DC evrenine bağlanmasını engellemekmiş. Dizi kendi içinde büyüyüp gelişecek belki Spin-offları bile çıkacak. Bu da dedikodular arasında çünkü. Ayrıca Neil Gaiman daha şimdiden The Sandman 2. sezon için Dream’e kardeş bakmaya başlamış. Şimdiden Destruction ve Delirium‘u merakla bekliyorum. Hepiniz umarım bu görsel şölenden en az ben kadar keyif alırsınız. Şimdiden iyi seyirler…