Cabir Simyası ve Tanrının Gücünü Kullanmak

Simyacılığın temellerinden bilgiler barındıran Taşlar Kitabı’nın birkaç bölümünde canlı varlıkları yaratmak için gerekli olan formüller de anlatılıyordu.

Taşlar Kitabına göre simya bilgeliğinin gayretli bir öğrencisi, canlılar yaratmayı öğrenebilir: akrepler, yılanlar, hatta uç noktalara geldiğinde bir insan dahi çalışmalarının sonucunda yaratılabilir. Taşlar Kitabı pek çok şeydi: bilimsel bir inceleme, mistisizm üzerine bir söylem, henüz tam olarak deşifre edilememiş esrarengiz bir alegori, vb. Tıpkı kitap gibi, yazarı da efsanelere konu bir isimdir; Cabir bin Hayyan. Bu isme atfedilen binlerce el yazmasından hangisinin gerçekten ona ait olduğundan emin olamıyoruz. Ayrıca kendisine atfedilen yazmaların pek çoğu da onun ölümünden sonrasında yazılmışlardır. Cabir bin Hayyan adı, bir kişiden ziyade bir grup simyacının yazılarında kullandıkları bir marka dahi olabilir.

15. yüzyılda İtalya’da Laurentian kütüphanesinde bulunan bir Cabir bin Hayyan tasviri

Cabir bin Hayyan’ın asırlardır sahip olduğu ticari marka kültürler arasında taşınmıştır. Tibet Budizmi’nde Dza-bir veya Dza-ha-bir adı altında anılır ve elementlerin saf özleri olan kayalar ve çiçeklerden başka hiçbir şey kullanmadan yaşam meydana getirebileceğine inanılır. Öte yandan Avrupa’da Geber olarak biliniyordu ve kendisine atfedilen eserleri arasında korkunç bir büyü kitabı olan Flos Naturarum da yer alıyor.

Cabir Simyası’nın Temelleri

Bu geniş çeşitliliğe rağmen, Cabir’e atfedilen kitapların çoğu ortak bir simya teorisi etrafında birleşirler. Bu teoriye göre, tüm maddeler dört elementten oluşur: ateş, su, hava ve toprak. Bunlar dört niteliğe karşılık gelir: sıcak, soğuk, nemli ve kuru. Tıpkı bir insanın hem bedeni hem de ruhu olduğu gibi, malzemelerin hem dışa dönük (açık veya zahir) doğası hem de gizli (okült veya batin) doğası vardır.

Bu görüşün temellerini Antik Yunan’da Aristo atmıştır

Örneğin; altının açık doğası sıcak ve ıslaktır, ancak okült doğası soğuk ve kurudur. Öte yandan, kurşunun açık doğası soğuk ve kurudur, okült doğası ise sıcak ve ıslaktır. Dışarıdan, kurşun ve altın birbirine zıt gibi görünüyor. Ama gerçekte, birbirlerinin tersinir halleridirler. Birini diğerine dönüştürmek, gizli olanı ortaya çıkarmak ve aleni olanı gizlemek meselesidir.

Bu dönüşümün tetikleyicisi, bir filozofun taşından (veya felsefe taşından) türetilen iksirdir. Harry Potter’ı okuduysanız, muhtemelen felsefe taşının ne olduğunu bildiğinizi düşünüyorsun. Ama yanılıyorsun. En iyi olarak tanımlanan felsefe taşları aslında taş bile değildir, üstelik oldukça nadir veya değerli de değildirler. Bir tutam saç, bir yumurta veya bir şişe kan felsefe taşı olarak kullanılabilir. Bu seçenekler arasında aslan veya engerek kanı en iyi iş gören seçeneklerdendir, ancak insan kanı kadar verimli değillerdir. Aslında simya ve biyoloji, şaşırtıcı şekilde örtüşür. Sıradan bir metali altına dönüştürmek bir iyileşme süreci, zuhur eden hastalık için bir çare olarak görülür. Simya dilinde, baz metaller – bakır, kurşun, kalay, demir – “bedenler” olarak adlandırılır. Simyacı, bu metal cisimlerin doktorudur ve iksir de hazırladığı merhemdir.

Simyacı, dünyanın sırlarını açığa çıkarmaya, onu yapı taşlarına indirgemeye ve yeniden düzenlemeye çalışır.

Metal ve Etten Bedenlerin Benzerliği

İksir ayrıca insan vücudundaki dertlere de deva olarak kabul edildi. Bir kitabında, Cabir bin Hayyan’ın hasta bir kadını iyileştirmek için iksiri nasıl kullandığı anlatılır:

“Onun neredeyse ölmüş olduğunu gördüm, gücü çok tükenmişti. Ama yanımda biraz iksir vardı ve ona 85 gram’da 2 tahıl içmesini Söyledim. Tanrı adına ve Efendim adına, önümde kıza karşı yüzümü gizlemek zorunda kaldım, çünkü yarım saatten daha az bir sürede mükemmelliği eskiden sahip olduğundan daha yüksek bir derecede geri kazanılmıştı.”

İyileşen kadın, kurşunun donukluğundan çıkan altının parıltısı gibi parlar. Bu anlatım, bir simyacının neden yapay yaşam yaratmaya çalıştığını açıklamaktadır aslında. Metal “bedenler” ile insan bedenleri arasındaki çizgi göründüğü kadar keskin değil. İnsan kanı metalleri işler; bir doz iksir ise insanları işler.

Genç Cabir ve ustası Câʿfer-i Sâdık‘ın bir tasfiri

Cabir simyasını bu kadar harika yapan şey budur: paradokslar üzerine inşa edilmiş bir sistemdir. Kurşun ve altın dış zıtlıklardır, ancak birini diğerine dönüştürmeyi mümkün kılan da tam olarak bu zıtlıktır. Simya hem pratik hem de metafiziktir. Açık bir anlamı ve bunun yanında da okült bir anlamı vardır, bir zahir ve bir batin. Görünen amacı zenginlik yaratmaktır, ancak derin hedefi çok daha cüretkardır. Simyacı, dünyanın sırlarını açığa çıkarmaya, onu yapı taşlarına indirgemeye ve yeniden düzenlemeye çalışır.

Cabir simyasının kökleri dini geleneklere dayanır ve simyanın kendisini Tanrı’nın insanlığa bir armağanı olarak kabul eder. Adem’e verilmiş ilahi bir lütuftur simya. Cabir simyasının amacı Tanrı’nın taklit edilmesiydi. Simyacıların gözünde bu bir küfür değildi. Bu, olabilecek en yüksek ibadet biçimiydi, tanrısal olana yaklaşmanın bir yoluydu.

İTÜ'de tam zamanlı Gemi İnşaa öğrencisi (sanırım uzun bir süre daha hem de) ve yarı zamanlı da bir geek.