Locationcamp

THE WANDERER – Kıyamet Sonrası Aylak Aylak Gezme Sanatı

Merhaba, kıyamet sonrasında aval aval dolaşmayı severler. Bu haftaki konuğumuz cep telefonlarımızdan kıyamet sonrası bir deneyim yaşamamıza izin verecek oyun yani The Wanderer. Rat Bull’unuz hazırsa, başlayalım.

Piksel Piksel Hayatta Kalma

JmPrsh adlı şirketten gelen oyunumuz, birçok cep telefonu oyunu gibi ücretsiz. Eğer istersek oyun içi geliştirmeler için maddiyat ödeyebiliyoruz ama asla gerek yok gibi bir şey. Peki kimiz, ne yapıyoruz, kaç pikseliz?

Locationcamp

Kim olduğumuza gelmeden önce şirkete biraz bakalım. “Indie by day… Indie by night” şeklinde mottoya sahip şirket, birbirinden farklı oyunlara sahip. The Maze, Prison Payback yaptıkları oyunlardan bazıları. Bu oyunlar hakkında genel olarak izlenimler iyi, ama The Wanderer için de yorumlar olumlu. Fakat oyun olumlu mu, bakın işte orası bayağı tartışılır.

Bu arada şirketin link’ini de bırakayım.

Beni İnceden Gör, Rakibi İse Daha İnce

Gözümüz piksellere alıştıktan sonra, başlıyoruz karakterimizi yapmaya. Oyunumuzun türü tur tabanlı bir rpg olduğu için, türden alışkın olduğumuz şekilde statlarımızı ayarlıyoruz. Statlar konusunda her şey bildiğimiz gibi. Örneğin yüksek STR yakın dövüş hasarımızı etkilerken çevikliğe yatırdığımız puanlar vurulmamızı zorlaştırıyor. Bu alanda tek değişik olarak bulduğum, perception skill’ini rakibe vurmakta kullanmamız. Yani güzel gören, rakibi fark eden iyi vuruyor sisteme göre. Neye dayanarak böyle bir şey yaptınız bilemedim? Hep söylüyorum orijinal olmak her zaman işe yarar olmak demek değildir. Çok kafamızı takmadan devam ediyoruz karakter yapımına. Geliyoruz öz geçmiş kısmına.

image
Köpeksiz bu dünya dolaşılmaz, çekilmez…

Geçmişimizin Geleceğimize Etkisi

Oyuna ilk ısındığım nokta açıkçası burası. Asker, sıradan biri ya da doktor gibi bildiğimiz, alıştığımız geçmişlerin yanında bir adet de köpekçi var. (Dog breeder, köpek eğitmeni diyeyim, ayıp olmasın) Bu geçmişi seçersek yanımızda bir adet köpek ile başlıyoruz. Açıkçası köpeğin grafiklerini oyundaki her şeyden daha çok sevdim. Haydi dedim gel maceralara çıkalım, geldi, kokladı, yaladı, yola koyulduk.

Tabii her özgeçmişin farklı artıları var. Ve bu artılar kesinlikle oyuna etki ediyor. Bir Cyberpunk değil yani.

Kıyametin Ortasında Kesin Güvenli Kamp?

Kampta etrafımıza bakmamızla olaya başladık. Parmağımızla sağa sola çekerek etrafımıza ne var ne yok anladık. Ticaretimizi yaptık peki bundan sonra ne var?

Oyunda susuzluk ve açlık baremlerimiz var. Tabii bir de sağlık seviyemiz. Sağlık seviyemiz bitince hemen, diğerleri bitince yavaş yavaş ölüyoruz. (isteğimize göre oyuna permadeath de ekleyebiliyoruz, oynanış tadınıza kalmış) Asıl amacımız haritada keşfedilmemiş olan yerlere giderek yağmalamak ve hayatta kalmak. Aslında bunun dışında görevler de geliyor ama görevleri de çok mantıklı bulduğumu söyleyemem. Böylece güvenli kampımızı terk ediyor ve başlıyoruz sağa solu arşınlamaya.

image-1
Kimin kime vuracağını beyaz ok ile belirlediğimiz savaş ekranı. Adeta bir yarışma programı gibi…

Gerçeklikten Piksel Piksel Uzaklaşırken

Oyundaki grafiklerin aslında hepsi “temsili.” Yani koşma grafikleri var, dövüşüyorsak rakipler ve bizler sabit duruyor, rakamlardan hasar vurduk mu vurmadık mı anlıyoruz. Bir binayı yağmaladığımızda ise sadece binanın basit bir resmi var. Zaten piksel bir yapı olduğu için bütün yapılar birbirine benziyor. Açıkçası bu durumu çok hoş bulmadım. Tamam, inanılmaz gerçekçi görseller beklemiyordum ama en basitinden yapılar için bir kaç resim daha eklenebilirdi. Dövüşlerde de elimiz kolumuz hareket edebilir, kütük gibi düz kalmayabilirdik. Bu özentisizlik, oyun hakkındaki ilk eksi puanı vermeme neden oldu. Ama çok daha can sıkıcı şeyler var.

Kurak Topraklardaki Anlamsız Bolluk

The Wanderer’ın tanıtımına baktığımız zaman, “kıyamet sonrası hayatta kalma” oyunu olarak geçiyor. Yani aslında oyunda hayatta kalamamak marifet diyebilirim.

Haliyle oyunda yürüdükçe, savaştıkça acıkıyor ve susuyoruz. Bu ihtiyaçlarımızı da pis sularla ya da radrasyonlu yiyeceklerle gidermeye çalışıyoruz. Evet oyunda radrasyon seviyesi var, hasta olabiliyoruz. Genelde karnımızı doyurmak demek biraz radrasyon kapmak demek. Bunu da radrasyon etkisi azaltan haplarla dengelemeye çalışıyoruz. Hatta mutasyonlu yiyeceklerden çok yediğimizde değişme riskimiz bile var. Aslında bunların hepsi güzel. Peki güzel olmayan nedir?

Seviye atlamak. Daha doğrusu seviye atladığımızda olan şeyler

Açlık ve Susuzluk Diye Bir Şey Yok

Önce şu soruyu sormama izin verin; neden kıyamet sonrası hayatta kalma oyunları oynarız? Yada neden hayatta kalma türündeki yapımları severiz? Çünkü zoru, düşünmeyi, heyecanı, zor kararlar almayı ve kaynak yönetimi aşığıyızdır. Bunları çıkarırsak, tek kelimeyle olmaz.

The Wanderer maalesef bu altın noktalarda çok başarısız. Tam susuz kaldım, acıktım ne yapacağım dşye bakarken hoop seviye atlıyorum ve tüm sorunlarım geçiyor? Ney? Nasıl yani? Evet doğru okudunuz. Biliriz, seviye atlayınca canımız bazı oyunlarda dolar (ona da ifrit olurum ayrı) ama yemek ve susuzluğun da fullenmesi nedir arkadaş? Bu arada seviye atlamak inanılmaz kolay. Görev falan yapmadan, sadece etrafı yağmalayarak ve kavga ederek birkaç saatte 20 seviye olabilirsiniz. Oyuna ilk başladıktan birkaç saat sonra resmen dünya için bir terör haline geldim. Ve inanın hiçbir taktik izlemedim. Karşıma çıkan rakipleri dövdüm (köpeğimle beraber) bolca yağma çok az ticaret yaptım bitti gitti. Çok üzüldüm.

Rahatın Batmaması Gerekiyordu

Durum böyle olunca bir süre sonra oyun monotona bağladı. Keşfet, yağmala, döv, devam et. Hani “çok az suyum kaldı, köpeğim de susadı. Yiyecek desen sadece bozulmuşlar var. Oğlum sana bunları yedirmekten nefret ediyorum.” falan gibi dramatik sahneler hiç olmadı. Yapımcıların dedikleri gibi oyunu Fallout’dan esinlenerek yapmışlar (gerçekten de kapakla alış veriş yapıyoruz) Radrasyonlu bölgelere giriyor, yediklerimiz bizi hasta ediyor ama anti radrasyon ve normal ilacımız var. E yiyecek bol, ilaç var. Silah da buldum (hediye edildi oynarken) hiç zorlanmıyorum. Ama zorlanmalıydım? Yani hayatta kalmak zor olmalıydı? Neden olmadı?

Dertsizlik Başa Dert

Herşeyden bol bulunca, oyunun oynanabilirliği de düşmüş. Sadece ekipman ve malzeme değil, direkt yiyemeyeceğimiz şeyleri de önümüze sıkça çıkan insanlarla ticaret yaparak değerlendirebiliyoruz. Kısa zamanda binlerce kapağım oldu. Bu sebeple oyunda çnemli bir seçim yapmak zorunda kalmadım. köpeğimi nasıl besleyeceğim diye hiç düşünmedim. Haricinde basitçe almak istediğimiz malzemeye ya da saldırmak istediğimiz düşmana tıklamamız yeterli oluyor.

image-2
Bütün haritadaki evler neredeyse birbirinin aynı. Aynı kişilere yaptırmış olabilirler mi?

İttirmeli Kaktırmalı Senaryo

Bir görevler var ki…aman Yarabbi. Hepsi çok korkunç değil ama bazen öyle şeyler çıktı ki karşıma. Örneğin yanında bir çocuk olan adam benden 2 adet kurşun istemişti. (Acaba durumları çok mu kötü, birini kendine diğerini de çocuğa mı sıkacaktı?) Ama nedenini söylemedi, bana da sadece sorular kaldı. Haricinde de bir çok saçma, ne olduğu belli olmayan görevler var. Açıkçası onları yapmadan da rahatça etrafta dolaştığımız için görevler de sarmadı, yapma ihtiyacı duymadım. Yani bu konuda da The Wanderer, patlamış oldu.

Geçici Sağırlık

Oyunun müzkleri ve efektleri büyük ihtimalle çalışanların küçük çocukları tarafından yapılmış. Bütün maceralar için arkaya 1-2 adet parça, bir dövüş müziği…işte tamam! Zaten adam gibi bir seslendirme yok (köpek var, ona iki hav hav dedirtseydiniz ayıptır be!) Yanii benim de bu konuda çok söyleyebilecek bir şeyim yok.

Son Bir Kez Oyuna Girerken

Arkadaşlar özetlemek gerekirse, maalesef oyunu kimseye tavsiye etmiyorum. Kalp kırmak istemem ama tam olarak “yeni kafada” yapılmış bir oyun. Yani devamlı oyuncuya her konuda yardım ediliyor, gerçek bir tehlike hissi ve zorlayıcılık yok. Her şey yapay ve oyunun içine girmemizi sağlayacak neredeyse hiçbir şey yok. Gerçekten indirmeyin, internetinize yazık.

Cep telefonunuzdan güzel, kaliteli bir şeyler oynamak isterseniz şu incelemeye de girebilirsiniz

Elimden geldiğince alternatif seçeneklerle karşınızda olacağım. Yeni yazılarda görüşünceye dek sizin belki, ama köpeğinizin karının hep tok olması dileğiyle:)