Sezonun en iddialı filmlerinden olan Nomadland, bütün adaylıklardan galip ayrıldı. Bana kalırsa Oscar yarışının kazananı olacağını da belli etti. Peki modern göçebeliğin sinemaya yansıması bu film bize ne anlattı?
Kurgu ve belgesel arasında, hayat kadar gerçek bir kesit: Nomadland
Neo-western türünün günümüzdeki başarılı temsilcilerinden Chloe Zhao, The Rider, Song My Brothers Taught Me filmlerinin ardından aynı atmosfer altında ama daha yetkin bir filmle karşımıza çıkıyor. Chloe Zhao, filmlerini kurgusal anlatımdan ayırıp belgesele yakınlaştırmayı seven bir yönetmen. Yani filmleri doğal hayatın bir parçası gibi akıyor, Nomadland de tam olarak böyle.
Fern, bir fabrikada uzunca süre çalışmış bir kadın ama filmin başında da belirtildiği gibi 2008 kriziyle çöküşe geçmeye başlayan şirket 2011 yılında tamamen kapatılmış. Geçimini bu fabrikada çalışarak sağlayan kasaba halkı işsiz kalmış. Ana karakterimiz Fern de bu işsiz kalanlar arasında, üstelik kısa bir süre önce kocası Bo da vefat etmiş. Tüm bu yaşananlardan sonra karakterimiz karavanı Vanguard’ı da alıp göçebe bir yaşama doğru yol almaya başlıyor. Ev kavramının ne olduğunu bize sorgulatıyor.
Filmde gördüğümüz pek çok karakter gerçek birer göçebe, gümüş saçlı tatlı Linda ve yaşamak için kısa bir süresi kalmış Swankie gibi.
İnceleme
Nomadland, sakin temposu olan bir film. Büyük macera iddiası yok. Göçebe yaşamı, Fern’i, evsizlik hissiyatını bize anlatmak derdinde. Filmin pek çok yerinde gerginlik duyuyoruz, karakterlerimizin başına bir şey mi gelecek acaba diye endişeleniyoruz. Fern gibi her eylemde tetikte oluyoruz. Buna rağmen yine de olumsuzluğa pabuç bırakmayan bir anlatı hakim. Her daim naif bir yolculuk. Bu yolculuğa sinemada ortak olmak isterdim çünkü zaman zaman evde olmanın verdiği rahatlıkla da filmden koptum. Aynı şekilde filmdeki görselliği de sinemada deneyimlemek gerekirdi. Yapay ışık neredeyse hiç kullanılmamış zaten pek çok sahne günbatımı ya da gündoğumunda geçiyor. Bu gün değişimlerinde oluşan görsel şölen çok güzel oturmuş filmin temasına. Yine de bu senenin en iddialı filmi olacak kadar iyi miydi? Orası bence tartışmaya açık. Kapitalist sisteme Amerika’nın ortasında komün yaşamlar kurarak cevap veren insanların hikayesini anlatan bu film benim beklentilerimi o kadar karşıladı diyemem. Kötü film mi? Kesinlikle hayır. Yıllarca konuşulur mu? Buna da cevabım hayır. Derin konuların basit anlatımlarını severim fakat Chloe Zhao anlatıyı fazlasıyla sıradanlaştırmayı, yukarıda da bahsettiğim gibi belgesele yaklaştırmayı tercih ediyor. Bu da yer yer uyuklama hissiyatı getiriyor. Filmin en sıkıntılı yanı buydu. En iyi yanı ise kesinlikle Francis Mcdormand! Harika bir oyunculuk sergiliyor.
Ödül alır mı?
Baskın bir filmin çıkmadığı Oscar 2021’de bütün ödülleri toplayacağını düşünüyorum. En iyi film, en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu dahil olmak üzere. Fakat bence efsaneleşecek bir film değil. Pandemi döneminin getirdiği sanatsal boşluktan yararlanacaktır. Francis Mcdormand için ayrı bir parantez açıyorum eğer ödülü alırsa sonuna kadar hak etti diyebiliriz.
Yorum yap