Popüler kültürün oldukça önemli ögelerinden biri hiç şüphesiz Sherlock Holmes. Sir Arthur Conan Doyle tarafından yaratılan ve ünü kıtaları aşan Sherlock Holmes, tümdengelim yöntemindeki ustalığı ile sivrilir. Elbette Sherlock karakterini sadece tümdengelim yöntemine indirgemek doğru değil. Neticede karşımızda çok iyi yazılmış ve sinemada ve televizyonda çok iyi hayat verilmiş bir karakter var. İşte sinemada, televizyonda, hatta bilgisayar oyunlarında dahi gördüğümüz birçok farklı Sherlock Holmes yorumuna bir yorum da Nancy Springer’den, yine edebiyat türü içerisinden gelmişti. Aslında Nancy Springer’in yorumuna tam olarak bir Sherlock Holmes yorumu da denemez. Zira onun kitapları, odağına Sherlock Holmes’ü değil, onun kız kardeşi olarak kurgulanan Enola Holmes’ü alıyor. Netflix’in tüm dünyada bir haftadır fırtınalar estiren filmi Enola Holmes de, Türkçe’ye Kayıp Lord adıyla çevrilen ve serinin ilk kitabı olan The Case of the Missing Marquess’ten uyarlama bir film olarak karşımıza çıkıyor.
Popüler Kültürde Holmes İsmi
Sherlock Holmes, açıkçası en azından benim için, adını farklı farklı yerlerde görünce büyük bir merak uyandıran marka olmaktan çıktı çıkacak. Guy Ritchie’nin 2009 yapımı ve başrollerinde Robert Downey Jr. ve Jude Law olan filmi ile Mark Gatiss ve Steven Moffat tarafından televizyon için geliştirilen ve başrollerinde Benedict Cumberbatch ve Martin Freeman’ın yer aldığı dizi sayesinde popüler kültürü dönem dönem o kadar esir aldı ki bir noktada doyum oluşturması kaçınılmazdı. 2015 yılında Ian McKellen’ın Sherlock Holmes’e hayat verdiği bir Mr. Holmes filmi de çıkmıştı hatta. Enola Holmes, Sherlock Holmes’ü odağına almayacak olsa da, filmde yeni ve başka bir Sherlock Holmes olacağını ilk duyduğumda bu dedektifin de Batman olma yolunda ilerlediğini düşündüm. İncelemeye geçmeden önce Sherlock Holmes’ten bu kadar bahsetmemek olmazdı. Üstelik Enola Holmes, Sherlock Holmes hikayesi anlatmasa da, Sherlock Holmes evrenini kullanmak yerine kendi evrenini kursa bu kadar ilgi çekmiş bir marka olamayacakken.
Anne Holmes, Kaçak Lord ve Kadınların Oy Hakkı
Hikayemiz; abileri Mycroft ve Sherlock çoktan evden ayrılmış ve Londra’da kendi hayatlarını inşa etmişken, annesi ile birlikte büyüyen Enola’nın, on altıncı yaş gününde ansızın annesinin kaybolmasıyla başlıyor. Abilerine başvuran Enola, onlardan umduğu şekilde destek alamayacağını anlayınca annesini bulmak üzere kaçıyor ve yolda ailesinden kaçmakta olan genç bir lordla karşılaşıyor. Bu noktadan itibaren Enola ve genç lordun kesişen hikayelerini izliyoruz. Açık söylemek gerekirse hikaye kağıt üzerinde oldukça sıradan. Ancak nice sıradan hikayeler var ki işleniş biçimleri itibariyle hayranlık uyandırıcı olabiliyor. Fakat Enola Holmes işleniş olarak da harikalar yaratamıyor.
Enola’nın daha ilk andan dördüncü duvarı yıkması ve film boyunca izleyici ile etkileşim kurması birçok insana değişik ve yenilikçi gelebilir. Ancak yönetmen Harry Bradbeer’in 11 bölümünü yönettiği ve kendisi ile Emmy de aldığı Fleabag de bu tarzı kullanan bir iş ve açıkçası Fleabag’te bu kullanım Enola Holmes’ten birkaç gömlek daha kaliteli. Nihayetinde her iki iş de aynı yönetmenin imzasını taşıyor ve Milly Bobby Brown’ın sempatikliği de eklenince bu durum kendini izlettiriyor. Zaten bu konuyu böylesine derinleştirmemin nedeni, bu kullanımın Enola Holmes’te kötü durması değil, bunun Enola Holmes’ün yeniliği olmadığını vurgulamak istemem. Üstelik başta Deadpool olmak üzere, dördüncü duvarı yıkma meselesine son yıllarda birçok kez başvurulduğu da dikkatli izleyicilerin malumudur.
Filmde arka plan öyküsü gibi başlayıp daha sonra odağa oturan bir kadın hakları konusu mevcut. Enola Holmes’ün daha ziyade genç kesime hitap eden bir film olduğunu düşündüğüm için, bu konunun işleniş biçimi beni çok rahatsız etmedi. Zaten önümüzde mevzusunu dolu dolu anlatıp izleyiciye çok iyi geçiren bir film de yok. Bazı noktalarda anlatmak istediği şeyi kör göze parmak sokarcasına izleyiciye sunması biraz rahatsız edici olabiliyor tabii. Ancak bu durum, anlatılmak istenen konuyu değersizleştirmiyor. Ne var ki, şiar edindiği ilkeyi izleyiciye zorla benimsetmek yerine ona adeta yaşatarak tecrübe ettiren filmlerin, anlatmak istediği şeyi daha başarıyla anlatabildiği kanaatindeyim. Enola Holmes, bu açıdan sınıfta kalıyor.
İçinde Sherlock Olan, Adında Holmes Yazan Ama Özünde Sherlock Holmes Olamayan Bir Film
Filmin oyunculuklarına geçmeden önce içinde Holmes yer alan bir iş için olmazsa olmaz o unsurlara bakalım: gizem ve çözümleri!
Enola Holmes, gizem oluşturmada iyi iş çıkaramıyor. Filmin iki ana olay örgüsü olan “anne Holmes’ün kayboluşu” ve “öldürülmek istenen genç lord” gizemleri o kadar sığ kalıyor ve o kadar basit çözüme kavuşuyor ki, o “ekrana ağzınız açık bakakalma anı”nı hiç yaşamıyorsunuz. Hatta bir adım öteye geçerek sizi hayal kırıklığına sevk etmesi bile olası. Filmin, akışı boyunca karşımıza çıkan irili ufaklı gizemleri çözme metodu da etkileyici değil. Film neredeyse, bir kelimedeki harflerin yerini değiştirerek yeni kelime elde etmek olan anagrama sırtını dayıyor desek abartmış olmayız.
Pek çoğumuz anagramın etkileyiciliği ile Da Vinci Şifresi kitabı/filmi ile tanışmış olmasak ve takip eden süreçte bunu çokça kez farklı işlerde de görmesek sıkıntı yok tabii! Aynı şekilde Sherlock da o literatürde de yerini alan Sherlockçuluk’tan nasibini alamıyor. Hayret uyandırıcı bir çözüm yok. Hoş, film onun filmi değil. Ama eğri oturup doğru konuşmakta fayda var: Kaçımız bu filmi, Enola, Holmes ailesine mensup olmasa izlerdik? Henry Cavill iyi bir Superman ve iyi bir Rivia’lı Geralt olabilir ama iyi bir Sherlock Holmes olamıyor. Üstelik bunda fiziksel görünüşü ya da oyunculuğundan çok, iyi yazılamamış bir Sherlock Holmes karakterine hayat veriyor olmasının kabahati var; Sir Arthur Conan Doyle’ın Sherlock Holmes’ü ile benzerliği düşük seviyede kalmış bir karaktere. Mycroft Holmes’e hiç değinmek istemiyorum. Zira, bu kadar karikatür bir karakter yaratmak için senaryo yazım aşamasında spesifik olarak buna istekli olmak gerekir ancak.
Oyunculuklara kısaca değinmek gerekirse ortalama olarak herkes iyi denilebilir. Millie Bobby Brown yine çok iyi bir performans ortaya koyuyor. Anne Holmes rolünde Helena Bonham Carter’ın ekranda göründüğü her sahne keyifle izlenilesi. Ayrıca karakterin kullanımı oldukça ekonomik. Aslında Sherlock ve Mycroft karakterlerinin kullanımı da yerinde. Sorun kullanılış biçimlerinde.
Enola Holmes, artık büyük film projeleri ile anılmak isteyen Netflix’in kolayca bırakmayacağı bir marka olacak gibi görünüyor. Filmin bir haftada elde ettiği popülarite ve izlenme oranları da bunu destekliyor. Yakın bir zamanda devam filmine dair resmi haberler duyabiliriz. Sonuç olarak ise, Enola Holmes, gençlere hitap eden ve Sherlock Holmes dinamikleri ve markasını bir ölçüde kullanan vakit geçirmelik bir film olarak karşımızda duruyor. Beklentileri ona göre ayarlamak ve kuvvetli alternatiflerin olmadığı bir boş vakitte seyretmek fena olmayacaktır.
Holmes adına bu kadar yüklü bir makale ile karşılaşacağımı ummuyordum. olağanüstü detaylar öğrendim. gerçekten dolu dolu bir bilgilendirme olmuş. Enola Holmes gerçekten de netflixin bundan sonra çok ekmeğini yiyeceği bir karakter haline dönüşecek çok teşekkürler bu nefis yazı için