Kavanozdaki Beyin düşünce-deneyinde şu anda, aslında dış dünyanın deneyimlerini mükemmel bir şekilde simüle edebilen sofistike bir bilgisayar programına bağlı bir beyin olduğumuz öne sürülür. İşte bu felsefi şüpheciliğin temellerine inmek için harika bir bilim kurgu olgusu sağlıyor bize. Kavanozda yüzen birer beyin olduğumuza göre, deneyimlediğimiz dünya hakkındaki tüm inançlarımızın yanlış olma olasılığını göz ardı edemeyiz. Hipotez, tüm insan ırkının devasa teknelere yerleştirildiği ve korkunç bir yapay zekanın ellerinde sanal bir gerçeklik içerisinde beslediği Matrix filminin de öncüsü olmuştur.
Peki bu kadar popüler kültüre mal olmuş bir düşünce deneyi ve modern felsefenin temelindeki duruşu aslında bize neler anlatıyor? Bu tip temel bir düşünceyi gelin hep beraber irdeleyelim düşünce ufkumuzu biraz daha genişletelim.
Kavanoz Beyin Olasılıkları
Bu düşüncenin doğru olduğunu savunan filozofların en derin noktası kavanozdaki beyinin kendisinin kavanozda olduğunu fark edemeyeceği olmasıdır. Sadece bir dizi önermenin kendi içerisinde doğurduğu döngüyü fark ederek bu düşünceye hem varılabilir hem de bütün dallanmaları anlaşılabilir aslında. Bu döngülerden en ünlüsünü şöyle kafamızda tahayyül edebiliriz;
- Ya bir Kavanoz Beyin’im ya da bir Kavanoz Beyin değilim. Bu birinci sebebimiz.
- Eğer bir Kavanoz Beyin isem, o zaman “Ben bir Kavanoz Beyin’im” cümlesi ile ortaya çıkan sezgilerim doğru.
- Eğer bir Kavanoz Beyinsem, o zaman bir Kavanoz Beyin olduğumu fark edemem.
- Bu her iki durumdan çıkacak sonuç şudur ki; Ben bir Kavanoz Beyin isem, o zaman “Ben bir Kavanoz Beyin’im” cümlesi yanlış demektir . Bu ikinci sebebimiz.
- Eğer bir Kavanoz Beyin değilsem, o zaman “Ben bir Kavanoz Beyin’im” cümlesi doğruysa Ben bir Kavanoz Beyin’im.
- Ben bir Kavanoz Beyin değilsem, o zaman “Ben bir Kavanoz Beyin’im” yanlıştır. Bu da bizim üçüncü sebebimiz.
- “Ben bir Kavanoz Beyin’im” yanlış. Algısı ise bütün sebeplerimizin varabileceği ortak sonuç. Ama bu sonuç bizi iki sebebimizi tekrar düşünmeye itecek bir döngüye sokuyor ve diyagram içerisinde bir kısır döngüde sıkışıp kalıyoruz.
Daha basite indirgeyerek anlatmaya çalışalım; “Ben bir Kavanoz Beyin’im” olgusu gerçekten de yanlış olabilir. Bize bu fikri çöpe attıracak ilk olgumuz bu. Bununla birlikte, “Ben bir Kavanoz Beyin’im” ifadesinin gerçekten yanlış olduğuna nasıl varabilirim?
Eğer bir Kavanoz Beyinsem, o zaman “bir Kavanoz Beyin’im”, cümlesi üzerindeki anlamı da fark edemem. Bu kendi gerçekliğimi tamamen paramparça etmek demektir ve insan zihni bunu kabul edemez. En azından şu andaki durumunda. Dolayısıyla, ben bir Kavanoz Beyin olsam da olmasam da, hangi önerinin doğru ya da yanlış olduğunu belirleme pozisyonunda değilim demektir. Yani etrafımdaki simülasyon o denli gerçek ki, sahte olmasının bu noktadan sonra bilincim için hiçbir önemi yok. Matrix benim için, asla yaşanmayacak sonucuna varıyoruz.
Ted Warfield, bu kısır döngüyü kırmak için öz farkındalığı kullanmıştır. Makul şartlarda doğru görünen iki öncülü savunur ve bu noktalardan yola çıkarak istenen metafizik sonuçlara varmaya çalışır. Bu çıkarımları şöyle anlatabiliriz sanırım en basit şekilde:
- Bence su ıslaktır.
- Bir kavanozdaki hiçbir beyin suyun ıslak olduğunu düşünemez.
- Dolayısıyla, bir kavanozda beyin değilim demektir.
Ne kadar da basit ve bir önceki düşünce dizilimi karşısında ayakta duramayacak gibi geliyor değil mi? Sanki ilk düşünce Goliath, şu anda önümüzdeki düşünce ise Davud peygamber. Ama unutmamak gerek ki bu dövüşü de Davud peygamber kazanmıştı.
Birinci düşünceyi deneysel olarak kanıtlayamayız. Tamamen öznel bir yargıdır. Ama öncül ikiye geldiğimiz anda durum tamamen tersine dönüyor. Şöyle hayal edin; bir ayrıntı dışında Dünya’dan ayırt edilemeyen bir dünya hayal edin: nehirlerde ve okyanuslarda akan kokusuz, içilebilir sıvı H20’dan değil de XYZ kimyasallarından oluşmuş olsun. Bu düşünce deneyinde baş rölü oynayacak dostumuz Oscar’ı Dünya’ya ve ikizini de ikiz dünya’ya götürürsek, söyledikleri sözler aynı olsa dahi iki farklı maddeye atıfta bulunacakları için aynı cümlelerinin içerisinde iki farklı anlam bulunacağını savunur: Oscar “bana biraz su ver” derken H20’ya atıfta bulunur ve su anlamına gelir, ancak ikiz Oscar “bana biraz su ver” derken XYZ’den bahsediyor olur ve dolayısıyla cümlesi ikiz su anlamına gelir. Kelimelerinin anlamı farklıysa, inançlarını oluşturan kavramlar da farklı olmalıdır, bu durumda Oscar suyun ıslak olduğuna inanır, ikiz Oscar ise, suyun değil ikiz suyun ıslak olduğuna inanır. Yani olgular birbirine ne kadar benzer görünüyor olsa da, ifadeleri birebir aynı olsa da, zihinlerde yarattıkları olgu birbirlerinden tamamen farklı olacaktır.
Birisinin su hakkındaki inancının var olabilmesi için, o kişinin ortamında su ve karşıtı bir şey olması gerekir. Bu nedenle, bir kavanozdaki beyin (çılgın bilim adamının üzerinde deney yapmadığını var sayarsak tabi) etrafında sadece su olması nedeni ile ıslak terimini kendi içerisinde rasyonalize edemeyecektir. Tıpkı ikiz dünyadaki kardeşin suyun ıslak olup olmadığını tahayyül edememesi gibi.
İşi daha da ileri götürmek gerekirse “Suyun” herhangi bir sıvı maddeye atıfta bulunmadığı, ancak asla keşfedilmeyen karmaşık bir halüsinasyon olduğu bir dünya hayal edin. Bu “Kuru Dünya” da, “su” önemli bir olgudan ziyade yüzeysel bir kelimeden başka bir şey değildir. Hatta belki de bu kelime dillerinde yer bile etmemiştir. Kavanozdaki Beyin için de su herhangi bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü var oluşu içerisinde kaplayacağı bir alana sahip değildir beyin için.
Bu temel olgular etrafında bir kavanozdaki beynin algılayamayacağı ama bizim algıladığımız kavramların var oluşu bu düşüncenin yanlış olduğunu kanıtlar nitelikte. Ama içerisine bir kere girdiğimizde çıkamadığımız bir diyagram da var önümüzde. Yani Felsefe ile pek de işin içerisinde çıkabilecek gibi değiliz. Gelin bu sonsuz düşünce diyarlarından elimizi eteğimizi çekelim de bilimin bizi götürdüğü noktaya bir bakalım. Sanırım gerçek dünya içerisinde çok daha net hareket edebiliriz;
Yale Üniversitesi’ndeki ekibine liderlik eden araştırmacı Nenad Sestan, araştırmanın doğasını 2018 yılında Ulusal Sağlık Enstitülerinde yapılan bir toplantıda insan beyni ile ilgili etik kaygıları tartışırken bu durum ile ilgili yaptıkları araştırmaları ve sonuçlarını açıkladı. Hassas ve karmaşık bir süreç sayesinde domuz beyinleri, yaşamı sürdürmesi için beynin gerekli alanlarına oksijen bakımından zengin yapay kanı pompalayan “BrainEX” adlı kapalı döngü sistemde hayatta tutmayı başardıklarını söyledi. Ama beyin sadece 36 saat boyunca hayatta tutulabildi ve zeki olarak tanımlayamayacağımız bir varlık için gerçekleştirilmişti. Yani gerçekten yaşadı mı, yoksa fonksiyonlarını minimum düzeyde gerçekleştirerek bitkisel bir hayatta mı bulundu emin değiliz ama felsefe tartışması olarak ortaya çıkan bir konseptin, bir düşünce deneyinin bu denli gerçekçi bir şekilde hayat bulması oldukça mucizevi değil mi?
Yorum yap