Merhaba, kabus olaylarından (ama bu kabus başka kabus, vallahi bildiğiniz gibi değil) memnun olanlar. Bu haftaki konuğumuz biraz eski olmakla beraber, kendince değişik bir deneyim olan Alan Wake’s American Nightmare. Giriş kısmında çok oyalanmadan sizi bu değişik kabus nasıl oluyormuş onu anlatayım. İyi okumalar.
Bütün Sıkıntımızın Kaynağını Açıklıyorum: Hayalgücü
Oyunda özel hayatında ve iş hayatında devamlı olarak iniş çıkışları olan bir karakteri, yani Alan Wake’i canlandırıyoruz. Alan, hayal gücü geniş ve bu sayede kitap yazmış ve gayet de başarılı olmuş bir yazardır. Ancak talihsizlik şudur ki, yazarımızın hayal gücü siyahtan bile karanlıktır. Korku hikayeleri yazan Alan, en sonunda bu hikayelerin içinde kaybolmaya başlar. Tabii oyunumu da start almış olur…
Remedy Entertaintment‘dan gelen ve Microsoft Studios tarafından desteklenen Alan Wake’s American Nightmare oyununun türü gerilim / korku…gibi bir şey yani. Ama aslında tam olarak öyle değil. Biraz daha merak edin bu konuya detaylı şekilde değineceğim.
Araya merak unsurunu serpiştirmeden önce ne diyorduk ? Evet Alan’ın karanlık hayal gücü. Genel olarak kendisi başarılı bir yazar olsa da, depresyon ve buhranlar en yakın arkadaşlarıdır. En sonunda daha fazla yazamayan Alan, kendini çok farklı bir ortamda bulur; Korku hikayesinin içinde, üstelik hikayeyi kendi yazmıştır ve “sonraki bölümde” neler olacağını bilmektedir. Peki bölümleri değiştirmek yani “yeniden yazmak” mümkün olacak mıdır?
Hangimiz Kendimize “Işığın Şampiyonu” Demiyoruz Ki?
3. şahıs açısından karanlıkla dövüşeceğimiz oyunda, en büyük rakibimiz Mr Scratch. Kendisi Alan Wake’in hayalgücü + bilinçaltının yarattığı korkunç bir varlık. Onun da yaratma gücü var. Böylece uçan yaratıklardan, etrafı siyah auralarla çevrilmiş canavar-adamlara (karanlık adam da diyebiliriz, öyleler çünkü) kadar birden çok rakip ile savaşıyoruz. Buraya kadar ortalama bir hikaye diyelim. Peki söz konusu olan yaratıklara kurşun işlemiyor desem, biraz daha ilginizi çekmiş olur muyum?
Gerçekten de, rakiplerimize en başta kesinlikle kurşun işlemiyor. İstersen pompalı tüfek kullanın, isterseniz tabanca, nafile. Öncelikle el fenerini kullanmamız gerekiyor. (hayır el feneri ile kafalarına vurmuyoruz, biraz medeniyet lütfen) El fenerinin ışığı ile kendilerini zayıflatıyor ve vurulmaya hazır hale getiriyoruz. Sonrasında top, tüfek kısacası atış serbest.
Oyunun ilk artısı da aslında burada; yaratıkları önce ışık tutarak (ve ışığı belli bir süre tutmak gerekiyor, öyle basit bir aç kapa yetmez) zayıflatmak güzel bir konsept. Hem etrafı aydınlatmış oluyoruz hem de mekanik olarak çekici. Bir rakibe çok konsantre olup, diğer rakiplerin -tam anlamıyla- karanlıkta kalıp bize saldırmaları hoş olmuş. Seçkin bunu beğendi.
2012 çıkış tarihli olan oyunumuz aslında oldukça kısa. Yani neredeyse bir dlc diyebilirim. Böyle kısa bir oyun için silahlar ortalama seviyede tatmin edici; uzi tadında ufak makinalılardan pompalı tüfeğe kadar iyi kötü birkaç seçimimiz var. Çok fazla çeşit yok ama en çok bilinen ve sevilen silah türleri konulmuş, ek olarak zor zamanlar için flare gun gibi bir opsiyonumuz da var. Evet daha uzun bir oyun için az kalırdı ama bence ekipman kısmı pek eksi bir kısım değil. Peki eksi olan şey ne?
Şunu Anlayın; Ben Sizin Kabusunuzum, Siz Benim Değil!
Kısaca; oyun çok kolay. Kendi adıma normal zorluk seviyesinde oyunu bitirmeden önce en fazla 3-4 kez ölmüşümdür. Bu durum benim über bir oyuncu olmamdan değil, kesinlikle iyi ayarlanamamış zorluk seviyesinden olduğunu düşünüyorum. Öncelikle rakiplerimizin neredeyse hepsi bizi “yakından görmek” istiyorlar. Yani bize doğru koşuyorlar. Evet sayıları üstün olunca ve her taraftan gelmeye başlayınca biraz sıkıntılı olabiliyor ama biraz ışık ve sağlam silahlarla çoğu yerde zorlanmadan ilerleyebiliyoruz. Bana göre oyuncuya fazla destek verilmiş.
Örneğin zor bir durumda kaldınız, bir adama konsantre oldunuz ve sağınızdan gelen baltalı ilahı görmediniz. Bu durumda Allen, kafasını sağa doğru çeviriyor ve “Sana ne oluyor koçum?” edasıyla, gözünü kırpmadan canavar-adama bakıyor. Sizde kopyayı aldığınız için hemen savunmaya geçiyorsunuz. Size vuramayan canavar da aslında hüzünleniyor, ağlıyor ancak karanlık ya görmüyoruz.
Bu arada yanımıza yaklaşan hedeflerden de (zamanlamayı doğru yapabilirsek) bir tuş ile kaçınabiliyoruz. Sonra biraz aramıza mesafe koyduk mu hayat bize güzel, bize aydınlık…
Hedef alma olayının sistem tarafından da yardım edilmesiyle, bol cephanesiyle, dediğim gibi oldukça kolay bulduğum bir oyun. 3 Bar canımızın olması olayları zorlaştırıyor gibi gözükse de, ışık ile (büyük ışık kaynaklarının altında durarak) iyileşebiliyoruz. Zaten can barının tamamı gitmediyse, kendiliğinden iyileşme de var. E yani geriye çok uğraşılacak bir şey kalmadı.
Karanlıkta Sesimi Duyan Var mı?
Gelelim seslere, seslendirmelere ve müziklere. Oldukça iyi diyebilirim. Wake’in ve rakibinin sesleri kulağa hoş geliyor, olayın hissine girebiliyoruz. Onun dışında karanlık-adamlar fena sayılmazlar, genel efektler ve müzikler de oldukça iyi diyebilirim. Maalesef oyunun bir çok alanının olduğu gibi müzik kısmı da ortadan hallice. Çok standart olan “müzik değişince bela çıkar” konseptini çatır çatır görüyoruz. En azından seslendirmeler, bu kısmı biraz daha yukarı taşıyor.
Aman Sabahlar Olmasın (Mı?)
Sadece single-player destekleyen oyunumuzun grafikleri de ne iyi ne kötü. 2012 yılı için aslında yine ortalama diyebilirim; muhtemelen çok kullandığımız için oyunda ışık-gölge efektlerine oldukça önem verilmiş, karakter tasarımları, tipleri hikayeye uygun olmuş buralarda bir sorun yok. Etrafımız akıllıca tasarlanmış ve oldukça ilgi çekici ortamlar olmasına rağmen daha iyisi yapılabilirdi. Daha iyisi demişken, geldik bir çok oyuncunun soğuyacağı yere…
Oyun, maalesef ki, hep aynı bölümlerde geçiyor. Belki deneyimli oyuncular hemen “özellik açtıkça eski bölümlere dönüp, ulaşamadığımız yerlere ulaşmayı” düşünmüş olabilirler. Ama hayır. Alan hem kafasını toparlamak, hem de içine düştüğü karanlığa bir son vermek için devamlı aynı yerlerden geçiyor. Tam olarak 3 bölümden. Hatta buralarda yaptığımız işler bile neredeyse aynı. Belki bir iki bölümün birkaç kısmını tekrar oynayabilirdik, ama bu kadar çok tekrar, açıkçası oynanabilirlik açısından kesinlikle eksi bulduğum bir konu olmuş.
Evet, hikaye oldukça güzel. Evet, hikaye nedeniyle aynı yerlerden geçmemiz gerekiyor, bunun da ayrı bir tadı var. (Karşılaştığımız bir kıza “hayır onu öyle yapma.” diyoruz yapıyor ve ölüyor. Bir kez daha karşılaştığımızda “Sanırım seni dinlemeliydim.” demesi ama olayları da tam hatırlamaması güzel, derinlik kazandıran unsurlardan biri olmuş. Oyun içerisinde bol bol felsefe de yapıyor, neyin gerçek neyin gerçek olmadığını anlamaya çalışıyoruz. Ve hayatta kalabilmek için sadece geleceği değil, geçmişi de iyi hatırlamalı ve tekrardan yazmalıyız.
Karanlığa Karşı Son Pil de Biterken
Fenerin ışığının bitmesi durumunu yazmayı unuttuğum yazıyı ufak ufak kapatıyorum, izninizle. Bu oyunda önce çıkmış ve açık ara çok daha uzun ve başarılı olan Alan Wake’in yanında, maalesef hiç olmamış olan bir oyun. Dövüşleri basit ve bir parça değişik, hikayesi gerçeklik sorgulaması olan oyunlarından hoşlanıyorsanız bir bakılabilir. Ama muhtemelen korkmayacak ve el fenerinizi biraz akıllı kullanırsanız pilini bile değiştirmeden oyunu tamamlayabileceksiniz.
Bu hafta Alan Wake’s American Nightmare oyununu inceledik. Haftaya yeni bir oyun incelemesinde buluşuncaya kadar, bütün düşmanlarınızın gözüne gözüne ışık tutmanız dileğiyle. Hoşça kalın.
Yorum yap