Kraliçe 2. Elizabeth‘in hayatını anlatan The Crown dizisi 5. sezonunu nihayet tamamladı. Emmy ödüllerini toplayan dizinin bu sezonu 90’lı yıllarda kraliyetin ve Büyük Britanya’nın başına gelen siyasi ve sosyal olayları anlatırken bu olayları her zamanki gibi kraliyet üyelerinin gözünden bize aktarıyor. Kraliçe Elizabeth’in gerçek hayattaki vefatının birkaç ay sonrasında başlaması da bu sezonu diğer sezonlardan biraz daha farklı kılıyor.
6. sezonunda final yapması planlanan The Crown’ın çekimleri geçtiğimiz aylarda durdurulmuştu. Ancak emin olduğum şey 6. sezonun da 5. sezon kadar kaliteli bir sezon olacağı. Imelda Staunton (Kraliçe Elizabeth), Jonathan Pryce (Prens Phillip), Lesley Manville (Prenses Margaret), Dominic West (Prens Charles) ve Olivia Williams (Camilla Parker Bowles) dahil olmak üzere 5. Sezonun tamamı son sezon için geri dönecek. Elizabeth Debicki, hayatının son günleri anlatılan Prenses Diana olarak da görünecek.
Kısaca 5. Sezon | The Crown
The Crown dizisinin 5. sezonu iki sezonda bir olduğu gibi yine oyuncu kadrosunun tamamen değiştiği bir bölümle açılışı yapıyor. Kraliçe Elizabeth‘in kilo problemlerinin başlaması, Prens Charles ve Prenses Diana’nın sıkıntılı evliliklerindeki sorunların daha fazla artması, yeni başbakan John Major ile yeni bir siyasi dönemin başlaması gibi olaylarla dizi bize merhaba diyor. Dizi bunları yaparken gerçeği ve kurguyu harmanlayarak bize güzel bir drama sunmaktan asla geri kalmıyor.
Bu yazımda bu sezonda ön plana çıkan karakterler üzerinden diziyi anlatacağım. Ancak bundan önce 1991 ve 1996 yılları arasında geçen The Crown‘ın bu döneminin atmosferini güzel yansıtıldığından bahsetmem gerekiyor. 90’lı yıllar Sovyetler Birliği’nin dağılıp kapitalizmin gücünü daha fazla arttırdığı bir dönemdir. Bunlar olurken de eski ve yeninin birbiriyle olan mücadelesini her seferinde görüyoruz. Bu eski ve yeni mücadelesini Kraliçe Elizabeth ve Prens Charles üzerinde anlatırlarken BBC’nin gelenekçi ve modernist patronları arasında da görmek mümkün oluyor. Ancak ne olursa olsun monarşinin devamı için herkes sistemdeki yerini almaya devam ediyor.
Kraliçe 2. Elizabeth | The Crown
Artık daha fazla yaşlanmış olan Kraliçe kraliyet yatı HMY Britannia ile gezintiye çıkmıştır. Ekonomik açıdan zorluk yaşayan Britanya halkı için bu gemi büyük bir yük olmaktadır. Bu ekonomik durgunluk sırasında Elizabeth, Başbakan John Major (Jonny Lee Miller) ile geminin pahalı onarımları için hükümetin mi yoksa kraliyet ailesinin mi ödemesi gerektiği konusunda konuşurlar. Dizinin ilerleyen bölümlerinde Philip, tekneyi kraliçenin “sembolik bir temsili” olarak adlandırır.
Bu yatın hem kraliçe için hem de geleneksel Britanya için metaforik bir anlamı söz konusudur. Prens William, kraliçeyi eski, arızalı televizyonunu değiştirmesi için teşvik ettiği bölümde de eski televizyon üzerinden bu metafor devam ediyor. Kraliçe Elizabeth’in otuz yıl daha kraliyetin başında olacağı düşünüldüğünde kraliçeyi eski ve yeni olarak temsil etmek ne kadar doğru olmuştur pek emin değilim. Ancak karakterin kendisini yorumlama biçimi olarak hikayede güzel işlenmiş bölümlerdi.
Kraliçe devlet işleriyle uğraşırken bir sürü aile sorunlarıyla da uğraşmaya devam ediyor. Prens Charles ve Prenses Diana‘nın kötü giden evliliklerinin ülkede skandallara yol açması, Prens Andrew‘in boşanma kararı, Prenses Alicent’ın yaveriyle ilişki yaşaması gibi çocuklarıyla olan problemleri sürerken, kardeşi Prenses Margaret‘in geçmişinin hesabını ondan bir kez daha sorması ve kocası Prens Philip‘in onunla olan fikir ayrılıkları gibi olaylar da onu derinden etkiliyor. Ayrıca Windsor Kalesi’ndeki büyük yangın da onu etkileyen olumsuzluklardan biri.
Kraliçe Elizabeth’i bu sezon canlandıran Imelda Staunton‘ın iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum. Benim en sevdiğim Elizabeth karakteri ilk iki sezonda gördüğümüz Claire Foy tarafından canlandırılmıştı. Ardından Olivia Coleman‘da orta yaş dönemini harika oynamıştı. Harry Potter’dan tanıdığım bu oyuncuyu izlerken yer yer oradaki kötü öğretmen rolünü hatırlayacağımı düşünmüştüm. Ancak böyle olmadı ve ben sistemi ayakta tutmaya çalışan yaşlanmış bir kraliçeyi izledim.
Prens Philip | The Crown
Bu sezon daha bilge bir karakter olan Prens Philip sisteme olan inancını sürdürmeye devam ediyor. Özellikle sisteme olan inancını Diana’yı bir kez daha ikaz ettiği bölümle anlıyoruz. Hatırlarsınız ki 4. sezon finali de buna benzer bir sahneyle sona ermişti. Philip’in Diana’yı kraliyeti olumsuz etkileyecek durumlardan kaçınması konusunda uyarması da bu inancın en büyük delilidir.
Çocuğunun ölümüyle başa çıkmasına yardımcı olmak için arkadaşı ve vaftiz oğlunun karısı Lady Romsey‘le yakın arkadaşlıklar kuran Prens Philip aynı zamanda entellektüel bir arkadaş grubuyla sıkça vakit geçiriyor. Çar’ın ve ailesinin ölümünün gösterildiği ve kimliklerinin tespit edildiği bölüm ise Philip’in hayatını bir kez daha sorgulamasını sağlamıştır. O aileyle kan bağı olan Philip’in DNA’sı istendiğinde geçmişiyle ilgili entellektüel sohbeti de Lady Romsey’le yapmaktadır.
Bu bölümde Kraliçe’yle olan evliliklerindeki iyi ve kötü yanları ona söylerken yakın arkadaşı Romsey’den ona bahsediyor ve ona arkadaşlık yapmasını istiyor. Böylece medya önünde de hakkındaki dedikoduların önüne geçmesini sağlayacaktır. Kraliçe Elizabeth’le sorunları devam ederken onunla ilgili sorun gördüğü ve içine attığı bazı şeyleri dile getirmesi aslında önemli bir iletişim sorununun büyümeden çözülmesine imkan veriyor. Sonuç olarak ikisi farklılıklarına rağmen birbirlerine saygı duymaya devam ediyorlar.
Prens Philip daha önce Matt Smith ve Tobias Menzies tarafından canlandırılmıştı. Her ikisi de rolünü çok iyi oynamıştı ve dizide en sevdiğim bölümlerinin merkezinde oldular. Prens Philip ve en sevdiğim bölümler doğru orantısı Jonathan Pryce‘ın bölümlerinde de devam etti. Karakterin yıllar geçtikçe hayata karşı değişmiş bakış açısı için doğru bir oyuncu seçimi olduğunu düşünüyorum.
Prens Charles | The Crown
Kraliçe’nin Viktorya Sendromuna kapıldığı ve Prens Charles’ın tahtta çıkmasının istendiği gazete haberi Charles ve annesiyle olan eski-yeni çatışmasının ilk sinyallerini bize veriyor. Bunlar devam ederken Prenses Diana’yla olan kötü evlilikleri de onun kariyerini büyük ölçüde olumsuz etkiliyor. Özellikle de Camilia Parker Bowls’la olan yasak aşkının telefon ses kayıtlarının gazetelerde yayınlanması ona büyük bir darbe vuruyor.
Dizi Charles’ın kötü bir evlilik yaptığını ve skandallara imza attığını anlatırken siyasi ve modernist kişiliğini de anlatmaktan çekinmiyor. Onun yenilikçi fikirleri dizi içinde sıklıkla vurgulanıyor. Ayrıca sezon finalinde Hong Kong’un bağımsızlığı kutlamaları için oraya giden bir kraliyet üyesi olarak da yeni Britanya’nın değerlerini taşıdığını gösteriyor. Bunlara ek olarak her iki başbakanla da görüşerek siyasi kişiliğini de ön plana çıkarıyor. Elbette başbakanla görüşme yetkisi annesinde olduğu için bu yüzden Kraliçe Elizabeth’le birkez daha çatışma yaşıyor.
Josh O’Connor‘dan rolünü devralan Dominic West de iyi bir oyunculuk çıkarmış olsa da Prens Charles’a pek benzemiyor oluşu benim onunla bağ kurmamı zorlaştırdı. Yine de Prens Charles’ın duygularını iyi yansıttığını düşünüyorum. Bunun dışında hem iyi bir oyuncu hem de benzer oyuncu bulmanın da çok zor olduğunun farkındayım. Günümüze doğru giden gelecek sezonlarda oyuncuya biraz daha yaşlandırma makyajı yaparlar umarım.
Prenses Diana | The Crown
Prenses Diana‘nın kraliyet ailesinde farkedilme çabasının karşılıksız olması ve kocasının ona olan ilgisizliği gibi olaylar, özel hayatını ve yaşadığı sorunları anlatmak için sıklıkla gazetecilerle yakınlık kurmasında etkili olmaktadır. Öncelikle Charles’ın arkadaşı James Colthurst aracılığıyla yazar Andrew Morton‘a yaklaşır. Ardından Morton’un Diana’nın evliliği hakkında bir kitap yazma planları gerçeğe ulaşır ve Diana’nın hayatının en önemli olaylarının anlatıldığı kitap basılır. Philip’in ona uyarısına aldırış etmeyen Diana ise hayatını daha fazla açıklamaya devam etmeye isteklidir.
Charles ile ayrılığı kesinlik kazanınca kendisi de başka aşklar bulmaya devam eder. Kendisinin dinlendiğini ve sürekli izlendiğini düşünen Diana, kalp cerrahı Hasnat Khan ile ilişki yaşayarak bu sıkıntılardan az da olsa kurtulur. Ancak Martin Bashir yüzünden endişeleri giderek artmaya devam etmektedir ve BBC’de çok konuşulacak bir röportaj verir. Bu roportajın yayınlanmasından önce Kraliçe’yle yüzleşen Diana onunla son kez samimi bir şekilde konuşur. Kraliçe bu roportajdan sonra resmi olarak boşanmalarında hiçbir sakınca görmeyecektir. Sezon finalinde Diana, Muhammed El Fayed‘in davetiyle yurtdışında bir tatile çıkma planı yapar. Burada yüksek ihtimalle hayatının son anında yanında olan Dodi El Fayed‘le ilişkisi başlayacaktır.
4. sezonda Emma Corrin‘in muhteşem Diana performansının ardından Elizabeth Debicki‘nin Diana’sına merhaba diyoruz. Debicki Diana’ya olağanüstü benzerliğiyle büyük dikkat çekiyor. Oyuncu hakkındaki tek dezavantaj gerçek Diana’dan fazla uzun boylu olması. Ancak The Crown’da bu tür durumlara alıştık artık. Yakın zamanda Diana’yı canlandıran kaç oyuncu olduğunu öğrenmek için Popüler Kültürde Prenses Diana yazımı okuyabilirsiniz.
Sevdiğim Diğer Karakterler ve Bölümler | The Crown
Bu inceleme yazısında her karakteri fazla detaylandıramayacağım için bazılarını kısaca geçmeyi düüşündüm. Benim bu sezon en sevdiğim yan karakterlerden biri John Major karakteriydi. Özellikle de The Crown dizisinin başbakanlarının kraliyet üyelerinden daha çok etkilendiğimden söylemeliyim. Churchill ve Thatcher gibi başbakanlar bu dizide en akılda kalıcı kişilerdi. Yeni başbakan Tony Blair‘ın döneminin de bize iyi bir şekilde aktarılacağını düşünüyorum.
The Crown‘ın dizisinde’ın bu sezonunda en sevdiğim bölümler ise üçüncü ve altıncı bölümler oldu. Üçüncü bölüm El Fayed ailesinin merkeze alındığı bir bölümdü. İngiliz kraliyet ailesine hayran olan ve onlardan biri olmaya çalışan Muhammed El Fayed‘in onlara yaklaşma çabasını izliyorduk. Bunun için olarak 8. Edward tahtı bıraktıktan sonra yardımcısı olan Sydney‘den İngiliz kültürü dersleri almaya başlamasıyla oluyor. Sydney’le başlangıçta iyi bir şekilde tanışmayan El Fayed onun bir krala yardımcılık yaptığını öğrenince onu sevmeye başlıyor. Ve Sydney’in son anına kadar yanında olacak bir dostluk başlıyor. Hayranı olduğu İngilizler ona sırtını çevirirken başta küçümsediği kişinin ona çok büyük iyilikler yapması da ironikti.
Altıncı bölümü ise son Çar ve ailesinin katledilirken İngiltere’de neler olduğu anlatılması hem tarihi hem de kurgusal olarak izlemesi gayet zevki bölümdü. Tarihi açıdan önemi çok daha fazlaydı elbette. Bu trajedinin Philip‘i derinden etkilemesi ve onlara yardım etmeyen İngiliz kralını karısına hatırlatması drama açısından harikaydı. Daha sonra bu olayın Elizabeth tarafından stratejik bir nedenden dolayı olduğunu öğrendik. Bu bölümde Boris Yeltsin‘in diyalogları da oldukça iyiydi. Ama bölümün en trajik sahnesi kesinlikle idam sahnesiydi.
Yazı bitmeden Prenses Margaret‘den de bahsedeyim. Kendisinin merkezde olduğu bölümlerin favori bölümlerim olduğum söylenemez. Ancak bu kişinin büyük haksızlığa uğradığını düşünüyorum. Bu yüzden dördüncü bölümde Margaret’in ilk aşkı Peter Townsend’in geri dönmesi de bende yine aynı şeyi düşündürttü. Bu olayların gerçek olduğunu anımsayınca birkez daha üzülüyorum. Buna rağmen yıllar sonra karşılaşmaları bir o kadar da beni mutlu ettirdi ve tebessüm ettirdi.
Son Notlar | The Crown
The Crown‘ın son sezonunun Netflix’e gelmesi için en az bir yılı bulacağı kesin gözüküyor. Yeni bölümlerin en erken 2023’ün sonlarında veya 2024’ün başlarında yayınlanması muhtemeldir. Oyuncu kadrosunda bazı yeni isimler de göreceğiz. Prens William ve Prenses Kate’i gençliğini canlandıracak birkaç yeni oyuncu ortaya çıkacak. Meg Bellamy Kate’i canlandırırken, iki oyuncu, Rufus Kampa ve Ed McVey, yaşlanan William’ı oynayacak. Prens Harry’yi kim oynayacağı hakkında bir bilgim yok.
The Crown 6. sezonunun 1997 yazında başlayacağını biliyoruz, çünkü 5. sezon Prenses Diana ve Dodi El Fayed’in ilk kez tanışmasından hemen önce sona erdi. Sezonun geri kalanı, William ve Kate’in ilk karşılaşması ve Tony Blair’in (Bertie Carvel) Başbakan olarak görev süresi de dahil olmak üzere, dizinin Kraliyet Ailesi’nin yaşamının yaklaşık on yılını tasvir etme formülünü takip edecek gibi gözüküyor. Çünkü açıklamalar bu yönde. Ancak 2010’lı yıllardan da kısaca bahsedilmesini isterim.
Yorum yap