Bazı diziler sana hiçbir şey vadetmez. Aman aman bir mevzuya sahip değildirler. Alt metninde sana bir şey kakalamaya çalışmazlar. Senaryosu muazzam değildir. Dışarıdan baktığında sıradan mı sıradan gözükür, içeri girdiğinde bile o sıradanlığı hissedersin. Ama diziyi izlerken geçirdiğin zaman seni o kadar eğlendirir ki, doyamazsın izlemeye. Karakterlerin sıradanlığı, hikayenin sıradanlığı bir zaman sonra senin sıradanlığına dönüşür ve o sıradanlıkları sürekli izlemek istersin.
How to Make It in America, adından da anlaşılacağı üzere Amerika’da nasıl yaşarsın gibi bir konuyu aydınlatmaya çalışıyor, dersem de inanmayın.
İki adet yetişkinliğe adım atmakla özgürce yaşama tercihleri arasında sıkışıp kalmış karakterin Amerika’da, New York’ta tutunmaya çalışmasını, kendilerine sürekli bir iş yaratma çabasında olan Ben ve Cam’i anlatıyor dizimiz. Tabii bu ikiliye eşlik eden iki ablamız bir de eski abimiz var.
How to Make It in America Karakterleri
Ben karakterini Bryan Greenberg canlandırıyor. Kendisini Uma Thurman’la başrolü paylaştığı Prime filminden hatırlıyorum ben. Burada eski sevgilisiyle git-geller yaşayıp Cam’in müthiş fikirleri arasında bazen kaybolan bazen de kendini bulan bir karakter olarak izliyoruz. Dizinin kilit karakteri değil bana göre, izlenmesini sağlayan karakteri de olmayabilir ama tavırlarıyla diziye ayrı bir hava kattığı bir gerçek.
Cam olarak izlediğimiz Victor Rasuk’a daha önceden hiç rastlamamıştım ama argovari konuşma tarzı bile diziden keyif almanızı sağlayan unsurlardan biri kesinlikle. Sürekli gündeme getirdiği fikirleriyle Ben’in başını yemesi dışında, akrabası Rene ile olan ilişkileri görülmeye değer.
Rene demişken, hemen ondan da bahsedelim. Aslında gerçekten herkesin bildiği bir isim o, Luis Guzmán. Gördüğün vakit “haa bu adam mı, tamam ya tanıyom ben bunu” dediklerinizden. Porto Riko’lu oyuncunun ajandasında Carlito’s Way, Oz gibi yapımların yanında GTA: Vice City‘deki seslendirmesi var. Hani belki hiçbir zaman müthiş bir başrolde görmemişizdir kendisini ama bir filmde varsa ona renk kattığını kesinlikle söyleyebilirim. Ki dizimizde de aynen bu şekilde, olması bile yetiyor.
Bunların yanına bir de Amerikan Pastası serisinden tanıdığımız, gençlik filmlerinin absürd ismi Eddie Kaye Thomas’ı yine absürd bir karakter olarak eklediğimizde tadından yenmeyecek minik bir dizi çıkıyor ortaya.
Minik diyorum, çünkü HBO’da yayınlanan dizimizin ilk sezonu hem sadece 8 bölümcük hem de her bölüm sadece 30 dakika. Kafanızı yormadan keyifli bir 30 dakika geçirmek isterseniz başvuracağınız bir dizi bir diğer manada.
Hoş ve hoş olduğu kadar enteresan jeneriğiyle de tanıştığınızda (hemen aşağıda) New York caddelerini ve sadece paranın söz konusu olduğunu farkedeceksiniz. “#I need dollar dollar #dollar is what I need” repliğinin dilinize kısa sürede dolanması da ihtimaller dahilinde.
HBO dediğimi farketmişsinizdir. Zaten “HBO’dan babam çıksa yerim” modundaysanız yüksek ihtimalle bu diziyi kaçırmamışsınızdır ama genelde dizilerin en iyilerini izlediğimiz HBO, şifreli yayın yaptığından cinselliğin ucunu biraz kaçırabiliyorlar. Bunda yine öyle Spartacusvari sahneler yok ama bu hiç olmadığı manasına gelmiyor. Bunu bilerek diziye başlamınızı da hatırlatmak boynumun borcudur.
İki kafadar. Önlerinde koca bir şehir. Yapmak istedikleri tek şey bu şehirde kısa yoldan köşeyi dönmek. Karşılarına çıkan eğlenceli engeller de eklenince çok da bir şey sunmayan tadımlık bir dizi. Toplamda iki sezona sahip How to Make It in America dizisi, 2010-2011 yıllarında ekranlardaydı. Keyifli seyirler…
Yorum yap