Film izlemek her zaman keyif aldığım bir şeydi. Önünde sonunda bir bağımlılığa dönüştü. Sonra, yapılırken ne olmuş? Senaristi başka neleri yazmış? Yönetmen’in işleri neydi? gibi sorulara yanıt ararken kendimi kısa sürede bir “Film Geek”i olarak adlandırmaya başlamıştım. Çoğu insanın aksine “en iyi listesi” yapmak benim için çok kolaydı. Bence bu sanılanın aksine fazlaca film izlemiş olmanın getirdiği bir şey bu. Çünkü izleye izleye bazı filmler aradan çok güzel sıyrılıyor. Tıpkı aşağıdakiler gibi. Aşağıda belirttiğim filmler ise spesifik bir sırayla yazılmamış olup hepsi gözümde aynı konumdadır.
The Handmaiden
Park Chan-Wook‘un yönetmenliğini yaptığı bu yapım temel olarak aşk ve intikam gibi iki basit konuyu muhteşem twistlerle toparlayarak her şeyi yerli yerine oturtuyor. Filmin sadece hikayesi değil aynı zamanda sinematografisi de inanılmaz. Karakterler dışında kamera da çok önemli bir yere sahip ve size sadece göstererek çok şey anlatıyor. Ana karakterimiz Sooki’nin, Lady Hideko’nun yanında iş bulmasıyla başlayan yapım sizi asla tahmin etmeyeceğiniz yerlere götürecek ve koltuklarınıza tutunarak izlemenizi sağlayacak.
The Road
Aynı zamanda aynı isimde Cormac McCarthy tarafından yazılan bir kitabı olan bu yapım, post-apokaliptik eserler arasında çok önemli bir yere sahip. Şahsen kitabından daha iyi olduğunu düşündüğüm nadir yapımlardan. Gri ve tonlarını çok iyi kullanan bu film, bir baba ve oğul hikayesi anlatıyor. Kitabın sadeliğini sinemaya mükemmel uyarlayan bu yapım, sizi hayat denen bu yolda yürümeye zorlayacak. The Road yaşamınızı, temel dürtülerinizi, ve hayatta edindiğiniz amacı sorgulatacak.
Shin Godzilla
Neon Genesis Evangelion ile ünlenmiş, Japon yönetmen Hideaki Anno; Godzilla, Gundam veya şu anda yapımında çalıştığı Ultraman gibi devasa oluşumların hayranıydı. Dolayısıyla, belirli estetik kaygıları olan Anno filmi yer yer Evangelion’a benzetmiş. Godzilla’nın kötü adam olarak işlendiği bu yapım klasiklere bir saygı duruşu niteliğinde. Devlet eleştirisi ile harmanlanmış hikayesi ise oldukça hızlı işleniyor ve devletin aslında böyle bir durumda ne halde olacağını anlatıyor. Shin Godzilla herkese göre değil ancak son zamanlarda izlediğim en iyi yapımlardan diyebilirim.
Interstellar
Interstellar‘ı bilmeyen yoktur. Christopher Nolan ilgi çekici bir bilim kurgu filminin içine kolaylıkla empati kurulabilir duygular ile bağdaştıran hikayeler yaratmasıyla ünlüdür. İnsanoğlu dünyadan umudunu kaybettiği için yeni yerler aramaya gider. Ana karakterimiz Cooper’ın bu süreçte yaşadığı insanlara etki edecek olan bu olayların aynı zamanda bireyin özel hayatına nasıl etki ettiğini görüyoruz. CGI seviyesinin çok iyi olmasıyla ve yaratılan Kara Delik konseptinin gerçeğe en yakın olarak kabul edilmesi gibi şeyler barındırması yapımı başarılı yapan unsurların arasında.
Tick Tick…Boom!
Jonathan Larson‘ın hayatını ve Broadway’de yaptığı devrim niteliğindeki macerasını konu alan bu yapım, Lin-Manuel Miranda’nın yaptığı ilk uzun metrajlı filmdir. Aynı isimli Broadway oyunundan uyarlanan bu eser tamamen Jonathan Larson’ın işlerin iyi gitmemesi, insanın hayal ettiği şeylerin peşinden koşması ve tüm bu sorumlulukların üstüne ilişki problemlerinin araya girmesini konu alıyor. Tüm bunları ise müzikal eşliğinde anlatıyor. Her ne kadar kulağa olağan bir hikaye gibi gelse de filmin sunumu sizi ekrana kilitliyor, ki bu yapması gerçekten zor bir iş.
First Man
Damien Chazelle, vizyonu ile Ay’a ayak basma olaylarını Neil Armstrong’un kişisel hayatıyla harmanlayarak anlatıyor. Aynı zamanda en yakınlarından röportajlar alınarak -çocuklarına göre- gerçekçi bir Neil Armstrong izliyoruz. Ryan Gosling(Neil Armstrong) ve Claire Foy(Janet Armstrong)’un inanılmaz oyunculuklarına şahit oluyoruz. Filmin içinde yapmış olunan hatalı işleri de önümüze seriyor ki, aslında bu işin ne kadar tehlikeli bir görev olduğunu anlıyoruz. Ay’a gidildiğini bilenize rağmen film sizi hep “Acaba başarılı olacaklar mı?” sorusunu sordurmadan edemiyor.
Yorum yap