Bir önceki yazımı okuduysanız 2020’nin Oscar’ına Disney haricinde aday olan 2 animasyon filmden bahsettiğimi görmüşsünüzdür. Bu yazımda ise Netflix’in aynı yıl içinde yaptığı Oscar’a da aday olan diğer muhteşem yapım olan Klaus’dan bahsetmek istiyorum.
Klaus Hakkında Biraz Bilgi
Yönetmeni, stüdyoyu ve oyuncuları öncelikle tanıtmak isterim. Hepsini ayrı ayrı beğenmemin yanında bir araya gelişleriyle böyle tadı damağınızda kalacak bir iş çıkarmaları takdire şayan gerçekten. Genellikle böyle yapıtlar sinema anlamında başarısızlıkla sonuçlansa da o filmlerle aynı kaderi paylaşmayan az sayıda animasyonlardan biri Klaus. Yönetmen koltuğuna daha önce “Disney Renaissance“ diye adlandırdığımız çağda çıkan filmlerin animatörlüğünde görev alan Sergio Pablo yönetiyor. En önemli filmlerini sıralayacak olursak da The Hunchback of Notre Dame, Hercules, Treasue Planet, Tarzan gibi yapımları sıralayabiliriz.
Disney’den ayrılıp kendi stüdyosunu (The Spa Studios) kuran Sergio adını başka işlerle de duyurmaya devam eder. Örnek vermek gerekirse Rio, Despicable Me, Smallfoot gibi animasyonlar gösterilebilir. Seslendirme kadrosu ise yönetmen kadar değerlidir. Jason Schwartzman, Rashida Jones ve J.K Simmons gibi isimler temel kadroyu oluşturur. Oyunculuğu ve sesine hayran olduğum Simmon’ın kadroda bulunması beni hem sevindirdi hem de her an bağırıp yerimden sıçratacakmış hissi yarattı.
Gerçek Bir Özverili Davranış Her Zaman Bir Başkasını Ateşler.
Filmimiz meşhur ve işini seven bir postacının oğlu ve babasının tam tersi olan Jesper karakteriyle bizi karşılıyor. Jesper ukalalıklarından dolayı çok uzaklarda bir kasabaya sürülüyor. Gerekli sayıda postayı teslim ettikten sonra evine geri döneceğini söylüyorlar. Gönderildiği köy hakkında hiçbir fikri olmaya Jesper bu işin kolay olacağını düşünse de. Köy iki ailenin soyundan gelenlerin kavgalı, çocukların yaramaz ve etrafın pislikle dolu olduğunu öğrenmesiyle düşünceleri suyu boyluyor.
Umutsuz bir şekilde dolaşırken şans eseri bir kulübeye rastlıyor. İçinde göz alıcı oyuncakların olduğu bu kulübenin sahibi ise Klaus’dan başkası değil. Klaus’a oyuncakları çocuklara dağıtmayı teklif etse de kabul etmiyor. İlerleyen zamanlarda ise oyuncakları dağıtmayı kabul eden Klaus bu işten zevk almaya başlıyor. Jesper ise çocuklar Klaus için mektup yazarak oyuncak istemesini söylüyor. Çocuklar yazma bilmediğinden öğrenmek için okula gidiyorlar. Okul kullanılmadığından bir markete dönüştüren iyi yürekli Mrs. Tammy çocukları görünce seve seve işine geri dönüyor. Hem oyuncakları dağıtan hem mektupları toplayan Jesper ise halinden oldukça memnun kalıyor. Bu durumdan tek rahatsız olan ise köyün birbirine düşman olan iki aile büyüğü, Jesper’ı köyden uzaklaştırmak için her yolu deniyorlar.
En sonunda buraya geliş amacını öğrendikleri Jesper’ın, babasıyla iletişime geçip onu köyden uzaklaştırmaya çalışsalar da başaramıyorlar. Jesper ve Klaus beraber Dünya’daki bütün çocuklara hediye dağıtmaya devam ediyor.
Sonuç
Klasikleşmiş bir hikâyeye sahip olmasına rağmen Klaus’u özel yapan kesinlikle görselliği oluyor. Klasik bir 2 boyutlu olan film ışıklar yardımıyla 3 boyutlu gözüküyor. Her sahnesinin tek tek 5 farklı aşamadan geçmesi ve özenli bir şekilde çalışılması filmde rahatlıkla görülüyor. Işıklarla beraber aynı zamanda dokuların ve parçacıkların detaylı resmedilmesi filmin her sahnesini daha anlamlı kılıyor. Karakterler arası diyaloglar mükemmel olmasa da vasat da değil. Komedi öğesini genellikle fiziksel olarak alan film bu etkiyi karakterler üzerinde çok güzel ifade ediyor.
Müzikler ise çoğu zaman iyi olmasının yanı sıra bazen eski ve klasik bir hikâyede bana göre olmaması gerek bir modernlik barındırıyor. Karakter çizimlerini öve öve bitiremeyeceğim için kısa kesiyor ama son olarak da çocuk seslendirmenlerin iyi iş çıkardıkları eklemek istiyorum. 2016 civarında yayınlanan bir fragmanın ardından tamı tamına 4 yılda tamamlanan bu çalışma cidden takdire şayan.
Maalesef stüdyonun başka animasyonu olmadığından bir daha konuk alamayacaksak da daha adından bahsedilmesi gereken birbirinden güzel animasyonlar var.
Yorum yap