Zaman neden yalnızca bir yöne doğru akar? İşin aslı, Arrival‘ı izleyene dek böyle bir sorgulama içerisine girmemiştim hiç. Evet, geçmiş ve gelecek hakkında çok düşünmüşümdür fakat “zaman” kavramı üzerine araştırma yapmak gibi bir çabamın varlığından söz edemeyiz. Üstelik filmin bizde yarattığı tek etki de değil bu…
Efendim, tüm bildiklerinizi unutun çünkü bugün bambaşka bir şaheser konuşacağız. Başrollerini Jeremy Renner ve Amy Adams‘ın paylaştığı 2016 ABD yapımı Arrival, birçok açıdan incelenebilecek, hakkında türlü konularda yorum yapılabilecek bir film. Ben, yazımda daha çok dil-iletişim teması üzerinde durmayı tercih edeceğim. Başlayalım mı?
Yapım, gezegenimizin 12 farklı noktasına 12 uzay aracının konumlanmasıyla başlar. Bu uzay araçlarının nereden ve ne için geldikleri bilinmemektedir. İnsanlık merak ve endişe içinde uzaylıların amacını öğrenmek ister. Albay Weber, olay üzerine dil bilimci Dr. Louise Banks’e gider. Bu, filmimizin ateşleyici sebebidir ayrıca. Uzaylıların dili çözülebilecek midir?
İlk asal düğümde uzaylıların cismini ve nasıl iletişim kurduklarını merak ederiz. Bu aşamada Louise Banks ve Ian Donnelly birlikte çalışacak; belirli aralıklarla uzay aracının içine girerek uzaylılarla temasa geçeceklerdir.
İkinci asal düğümümüz merak unsurunun zirvede tutulduğu bölüme işaret ediyor. Burada Dr. Louise’in uzaylıların dilini çözümleme çabasını görüyoruz. Bu varlıkların dili hakkında detaylara da yer verilen bölümde Louise, gördüğü rüyaları da anlamlandırmaya çalışacaktır.
Üçüncü asal düğümde ise Louise Banks geleceğini hatırlar. Kendisiyle yaşadığı çatışmayı izleriz; gelecekte yaşanacak birtakım kötü olayları görecek, kaderini değiştirmek ve değiştirmemek arasında kalacaktır. Fazlasıyla zor bir karar olduğu kesin tabii. Bu aşamada Amy Adams kusursuz bir oyunculuk sergileyerek bizi Louise Banks’in yaşadığı çatışmanın ortasına alıyor adeta.
Arrival ve Düşüncenin Anahtarı
Yönetmen koltuğunda Denis Villeneuve‘in oturduğu bu film, alışılagelmiş uzaylı yapımlarının aksine evrensel bir tema üzerinde durur. Dil, bize verilmiş bir hediyedir. Savaşla hiçbir yere varılamaz ve sorunlar ancak iletişim kurarak çözülebilir. Ya bu varlıkların dili öğrenilecek ya da onlara bizim dilimiz öğretilecektir.
Peki, bir dili anlamak bizi hangi noktaya sürükleyebilir? Görüyoruz ki düşüncenin sınırlarını konuştuğumuz dil çiziyor. Yazdığımız kadarıyla düşünebiliyoruz, konuştuklarımız ise fikirlerimizi belirliyor. Dil, düşünce yapımıza doğrudan etki eden unsurların başında geliyor. Bahsi geçen unsur, düşüncenin anahtarı konumunu almış oluyor böylece ve başlığımızda belirttiğim “çekiç-çivi” benzetmesi de ete kemiğe bürünerek anlam kazanıyor.
Öyleyse filmin değindiği asıl konuya getirebilirim lafı. Öğrendiğimiz bir dil, zihinsel faaliyetlerimize doğrudan etki ediyor demiştik. Bu dilin zaman algımızı da değiştirebileceğini söylesem?
Uzaylıların dairesel biçimdeki yazı dillerini anlamak hem Louise Banks’in zamanda tuhaf bir geziye çıkmasını sağlayacak hem de filmin sahnelerini birleştirmekte izleyiciye yardımcı olacaktır. Film, bizim için doğrusal bir düzlemde akan zamanı döngüsel bir yapıyla sunuyor, dersek yanılmış olmayız. Burada yapım kronolojisinin de dairesel bir şekil izlediğinin altını çizeyim.
Gece yarısı müthiş bir yoksullukla uyanıp susadığınızı fark edersiniz ve içtiğiniz bir bardak su dilinizde şekerli bir tat bırakır ya, Arrival tam olarak o etkiyi yaratıyor izleyicide. Gerek müzikler gerekse olayların geçtiği mekan, o kasvetli hava ve oyunculuklar… Bu saydıklarım, aldığınız tadı belki de hayatınızın sonuna dek unutamamanızı sağlayacak. Kesinlikle izlenmesi gereken bir yapımı spoiler vermemeye çalışarak anlattım fakat ne kadar başarılı olduğum tartışılır elbette.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Bu yazı da ilginizi çekebilir: INTERSTELLAR | Hayal Gücümüzü Zorlayan Bir Yolculuk
Yorum yap