X-Men Abim: Kolektif Hikâyelerin Bireye Teslim Edilmesinin Trajik Komedisi

X-Men Abim: Kolektif Hikâyelerin Bireye Teslim Edilmesinin Trajik Komedisi

Berkay Bağcı tarafından ·
Kasım 10, 2025

Bir noktada hepimiz “X-Men filmi” dedik ama aslında Wolverine filmi izledik.
Ciddiyim. O kadar çok kez Wolverine merkezli bir hikâye gördük ki, “X-Men abim” demek artık alay değil, tespit.
Serinin adı ne olursa olsun, kamera hep aynı adamdaydı: sigarasını yakar, sinirlenir, pençelerini çıkarır.
Filmin afişinde on kişi olurdu ama posterdeki gölgenin sahibi belliydi.
O, X-Men’in değil, X-Men’in anlatıcısıydı.

Wolverine hiçbir zaman “takımın bir parçası” gibi durmadı;
hep sanki ekip onun yan karakterleriydi.
2000’lerin o ilk X-Men filmlerinden beri Hugh Jackman’ın yüzü, serinin kimliğine dönüştü.
O kadar ki, “X-Men” dendiğinde akla gelen ilk şey mutantlar, Charles Xavier, Magneto ya da Jean değil — sadece o adam.
Ve bu durum yalnızca karakterin popülerliğiyle açıklanamaz.
Bu, sinema endüstrisinin yapısal bir refleksi: kolektif hikâyeyi bireyin yüzüne indirme alışkanlığı.

Hollywood ekip filmlerini sevmez.
Kamera bir lidere, bir merkeze, bir “yüz”e ihtiyaç duyar.
O yüzden “X-Men” gibi temelde birlik, aidiyet ve farklılık üzerine kurulu bir hikâye bile sonunda bir adamın içsel dramına indirgenir.
O adam da elbette, daha çok acı çeken, daha çok içen, daha az konuşan bir figür olur.
Çünkü sinemada “derinlik”, hâlâ melankolik erkek suskunluğu olarak kodlanıyor.
Ve Wolverine bu stereotipin mükemmel ürünüdür.

Cyclops düzenli, sorumlu, güvenliydi — o yüzden sıkıcıydı.
Storm güçlü ama kolektifti — merkez olamayacak kadar “takım oyuncusuydu.”
Jean Grey trajikti ama kadın olduğu için trajedisi bir erkeğin gözüyle anlatıldı.
Wolverine ise “acı çeken erkek”ti.
Dolayısıyla anlatı hemen onun etrafında örüldü.
Xavier bile bir noktada onun ahlaki rehberine dönüştü.
Sanki evren onun ruh hâline göre nefes alıp veriyordu.

90’lar animasyonlarında bile bu durum belirgindi.
Jenerikte pençeleri logodan önce çıkardı, ses tonu diğerlerinden farklı mikslendi,
dövüş sahnelerinde kamera hep en son ondaydı.
X-Men ekipti ama izleyiciye bir “tek kahraman hikâyesi” gibi sunuldu.
Çünkü pazar bunu istiyordu.
Tüketici bir yüz ister; bir poster, bir replik, bir siluet.
Ve Wolverine’in gölgesi o kadar büyüktü ki, grubun geri kalanı karanlıkta kaldı.

Ama mesele yalnızca pazarlama değil, aynı zamanda sembolik bir durum:
X-Men’in varoluşu “öteki” olmaya dayanır — farklılık, çeşitlilik, dışlanmışlık.
Bu kadar çok sesli bir hikâyenin tek bir adama indirgenmesi, ironik biçimde o fikri öldürür.
Yani “X-Men abim” dediğimiz şey, aslında sistemin aynasıdır.
Çünkü kolektif düşünceye tahammülü olmayan bir kültürde, bir grubun bile tek kahramanı olur.

Hugh Jackman’ın 17 yıl boyunca aynı rolü oynaması, bu dönüşümün simgesi.
Artık Wolverine yalnızca bir karakter değil; bir arketip, bir ticari ikon.
Ve her reboot denemesinde aynı soru ortaya çıkıyor:
“Yeni Wolverine kim olacak?”
Kimse “Yeni X-Men kim olacak?” diye sormuyor.
Çünkü artık “X-Men” demek “Wolverine” demek.
Sanki takım onun arka planıymış gibi, sanki her mutant onun duygusal bağlamıymış gibi.

Buna gülmek kolay — “X-Men abim hahaha” diyorsun, ama sonra bir şey fark ediyorsun:
aslında bu sadece X-Men’e değil, her şeye olmuş.
Marvel’da, DC’de, Star Wars’ta…
her şey bir yüz, bir adam, bir travma etrafında dönüyor.
Topluluk hikâyeleri unutuluyor.
Birlik anlatıları tekil acılara indirgeniyor.
Ve hep aynı cümleyle bitiyor: “Ama o yalnızdı.”

Wolverine yalnızdı, evet.
Ama o yalnızlık bulaşıcıydı.
Koca bir evreni kendi sessizliğine mahkûm etti.
Bugün hâlâ yeni bir X-Men filmi konuşuluyor ama herkesin aklındaki tek soru aynı:
“Pençeleri ne zaman çıkacak?”
Çünkü artık o değilse, izlediğimiz şey X-Men değilmiş gibi geliyor.
İşte, “X-Men abim” tam olarak bu algının özeti.

Belki de Wolverine’in suçu yok.
O, kendini anlatmaya çalışan bir karakterdi.
Ama biz, kolektif bir hikâyeyi bir adamın omzuna yükledik.
O da taşıdı — çünkü iyi yazılmıştı, çünkü iyi oynanmıştı, çünkü kimse diğerlerine dönüp bakmadı.
Ve sonunda, X-Men bir takım değil, bir adamın travması haline geldi.

“X-Men abim” demek belki gülümsetiyor, ama biraz da yoruyor.
Çünkü o gülüşün altında şu farkındalık yatıyor:
Eğer bir hikâyeyi anlatmanın tek yolu bir yüzse,
demek ki geri kalan herkes çoktan unutulmuştur.

Bazı ekipler asla dağılmaz; sadece birinin gölgesinde kaybolur.

Berkay Bağcı

Berkay Bağcı

Rüyalardan, hayallerden ya da gerçekleştiğine inandığım olaylardan hikâyeler dokuyorum. Gerçek olup olmadıklarından emin değilim.

Yorum (0)