Tokyo Ghoul Felsefesi – Bu Manganın Derdi Ne?!

Tokyo Ghoul Felsefesi – Bu Manganın Derdi Ne?!

arwein tarafından ·
Kasım 30, 2025

Sui Ishida’nın yarattığı Tokyo Ghoul evreni, ilk bakışta kanlı ve sert bir korku anlatısı gibi görünse de, aslında oldukça katmanlı bir felsefi yapı barındırır. İnsan etiyle beslenmek zorunda olan ghoulların yaşam mücadelesi, “insanlık” kavramının sınırlarını sorgulayan bir arka planın içinde işlenir. Seri; varlık felsefesi (ontoloji)ötekilikinsanmerkezcilik ve iktidar–sistem eleştirisi gibi temalar üzerinden, izleyiciyi hem etik hem de varoluşsal bir sorgulamaya davet eder. Korku ve aksiyon yoğun olsa da, derinde akan felsefi damar Tokyo Ghoul’u benzersiz kılar.


Varlık Felsefesi ve Kimlik Arayışı (Ontoloji)

Serinin merkezindeki karakter Ken Kaneki, varlık felsefesinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Kaneki’nin insanlıktan ghoulluğa sürüklenişi, ona temel bir soru sordurur:
“Artık neyim?”

Ne insan ne de ghoul olarak kabul gördüğü bu aradalık hâli, ontolojide “liminal varlık” olarak tanımlanır. Kaneki sürekli olarak kendine şunu sorar:

  • Beni ben yapan şey bedenim mi?
  • Ahlaki değerlerim mi?
  • Yoksa seçimlerim mi?

Touka’nın ikili yaşamı da Kaneki’nin aynası gibidir. Touka, gündüzleri sıradan bir lise öğrencisi, geceleri ise hayatta kalmaya çalışan bir ghoul’dur. Bu ikilik, kimliğin sabit değil; koşullar, deneyimler ve travmalarla şekillenen akışkan bir yapı olduğunu gösterir.

Kaneki’nin yaşadığı dönüşüm, aslında varoluşçuluğun temel sorusudur:
İnsan önce var olur, sonra kendini yaratır.
Tokyo Ghoul da tam olarak bunu anlatır.


Ötekilik: Kim Canavar, Kim İnsan?

Tokyo Ghoul’un belki de en güçlü felsefi yanı ötekilik problemidir. İnsanlar ve ghoullar iki ayrı tür olmanın ötesinde, iki ayrı varlık kategorisine yerleştirilmiştir. İnsanlar kendilerini “normal, ahlaklı, doğru” olarak görürken; ghoullar “tehdit, sapma, canavar” etiketiyle ötekileştirilir.

Bu durumun sonucu:

  • Ghoul = Yok edilmesi gereken
  • İnsan = Değerli ve korunması gereken

Oysa seri, ghoulların da sevdiğini, kaybettiğini, yas tuttuğunu, aile kurduğunu göstererek ahlaki üstünlük iddiasının ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne serer.
Hinami gibi masum bir ghoul çocuğun yaşadığı trajedi, “canavar” tanımını sorgulatır.
Yoshimura ve Anteiku topluluğu ise insanlara zarar vermeden yaşamanın mümkün olduğunu kanıtlar.

Burada izleyici fark eder:
Asıl öteki kim? Canavar kim?

Tokyo Ghoul, iki tarafın da korku ve öfkeyle birbirini nasıl yabancılaştırdığını ince bir duygusal dille anlatır.


İnsanmerkezcilik: İnsanlığın Üstünlüğü Sorgulanıyor

İnsanmerkezcilik (anthropocentrism), insanın kendini evrendeki ahlaki, kültürel ve ontolojik merkez olarak görmesidir. Tokyo Ghoul bu düşünceyi çok sert biçimde eleştirir.

İnsan toplumu, ghoulları şu gerekçelerle yok sayar:

  • İnsan olmayan bir varlık → değerli değildir
  • İnsan için tehdit oluşturuyorsa → yok edilmesi meşrudur
  • İnsan ölümü üzücüdür → ghoul ölümü önemsizdir

Özellikle Amon gibi karakterler, kendilerini adaletin vücut bulmuş hâli olarak görür. Ghoullara acımamak, insanmerkezci ideolojinin doğal sonucudur.

Kaneki’nin “öteki” tarafa geçmesi ise bu düzeni sarsar.
Sorgulama başlar:
Peki ya ben ghoul olarak doğsaydım? Bu durumda hâlâ kendimi ‘iyi’ biri olarak görebilir miydim?

Tokyo Ghoul’un insanmerkezcilik eleştirisi tam da burada güçlenir:
İyi ya da kötü olmak, doğduğun türden çok daha fazlasıdır.


Sistem ve İktidar Ontolojisi: Düzeni Kim Kurduysa Haklı O mu?

Tokyo Ghoul’daki en çarpıcı felsefi eleştirilerden biri sistem ve iktidar üzerinedir. İnsanların kurduğu düzen, ghoullar üzerindeki baskının meşru dayanağı olur. Bu biyopolitik sistem içinde:

  • CCG, devletin “temizleyici gücü”dür
  • Ghoul olmak bir suç değil, “varoluşsal tehdit”tir
  • Ghoul ölümü istatistik, insan ölümü trajedidir

Bu dünya güçlü olanın haklı olduğu bir düzene dönüşmüştür.

Yoshimura’nın barışçıl vizyonu

İnsanlarla uyum içinde yaşamak isteyen Anteiku tarafı, şiddetsiz bir üçüncü yol arar. Sistemle çatışmayı değil, görünmez kalarak var olmayı seçer.

Eto’nun devrimci yaklaşımı

Aogiri ise insanların kurduğu düzenin tamamen çürük olduğunu savunur.
Onlara göre:
“Özgürlük ancak insan sistemini yıkarak mümkündür.”

Arima’nın simgesel konumu

Arima Kishou, insan sisteminin “kutsal kılıcı” gibidir.
İktidarın devamını sağlayan, efsanevi araştırmacı…
Ghoul toplumunda onun adı bile korku üretir.

Kaneki’nin trajedisi

Kaneki, iki tarafı da gören biri olarak şunu fark eder:
Ne sistem tamamen haklıdır, ne devrim tamamen masum.
İki taraf da kendi “doğrusu” için öldürür.

Tokyo Ghoul böylece büyük bir soruya kapı açar:
Güç el değiştirirse adalet de değişir mi? Yoksa sadece zulmün yönü mü değişir?


Sonuç: Bir Karanlık Masalın İçindeki Ayna

Tokyo Ghoul’un asıl gücü, karanlık ve sert atmosferinin arkasına sakladığı bu derin felsefi katmanlardır. Kaneki’nin yolculuğu izleyiciyi şununla yüzleştirir:

  • Kimlik sandığımız kadar sabit olmayabilir
  • “Canavar” etiketi bakış açısından ibarettir
  • İnsan olmak otomatik olarak ahlaklı olmak demek değildir
  • Gücü elinde tutan, “haklı” olmayı da tanımlar

Ve finalde aklımızda şu soru kalır:

Gerçek dünyada öteki olarak gördüklerimiz, aslında bizim kurduğumuz sistemin kurbanları olabilir mi?

Tokyo Ghoul bize sadece karanlık bir evren sunmaz; aynı zamanda kendi toplumumuzun gölgelerine bakmamız için bir pencere açar.


arwein

arwein

okur, yazar, izler

Yorum (0)