Sick of Myself Film İncelemesi – Narsisizmle Savaşamamak

Sick of Myself Film İncelemesi – Narsisizmle Savaşamamak

arwein tarafından ·
Eylül 14, 2025

Kristoffer Borgli’nin “Sick of Myself” filmi, bir karakter portresinden çok daha fazlasını sunuyor: Signe’nin hikâyesi üzerinden, modern toplumda görünür olma takıntısına, narsisizmin ne kadar besleyici ama aynı zamanda yıkıcı olabileceğine bakıyoruz. Ve kabul edelim, izlerken hem sinir oluyoruz hem rahatsız hissediyoruz hem de kendimizden bir şeyler buluyoruz.

Sick of Myself Film Konusu

 Sick of Myself, rekabet içinde olduğu sevgilisi başarıyı yakaladığında, dikkatleri üzerine çekmek için farklı bir yola giren bir kadının hikayesini konu ediyor. Signe ve Thomas sağlıksız, rekabetçi bir ilişki içinde olan bir çiftir. Thomas beklenmedik bir şekilde çağdaş bir sanatçı olmayı başarıp, ün kazandığındaysa işler içinden çıkmaz bir hal alır. Sevgilisi başarıyı yakaladığında 30’lu yaşlara yaklaşan Signe’nin elinde ne başarı ne de hırs kalır. Bu duruma karşılık Signe, dikkat ve sempati çekmeye kararlı yeni bir kişilik yaratarak statüsünü geri kazanmak için umutsuz bir girişimde bulunur. Artık o hayatını bir kurban olarak sürdürecektir.

Her Zaman Sahnenin Ortasında Olmak

Signe, dikkat çekmeye neredeyse bağımlı bir kadın. En basit sohbetlerde bile konuşmanın konusunu kendine çekmeye çalışıyor. Bir arkadaş grubunda, partneri Thomas’ın hikâye anlatmaya başlamasıyla Signe’nin aniden badem alerjisi numarası yapıp herkesin ilgisini üzerine toplaması, aslında onun tüm yaşam tarzını özetliyor. Konu ne olursa olsun, mutlaka kendisi merkeze yerleşmeli.

Ama mesele sadece küçük şovlardan ibaret değil. Signe’nin narsisizmi, ilişkilerinin de temelini belirliyor. Thomas ile olan bağı, aslında aşk gibi görünse de, daha çok bir rekabet alanı. İkisi de sahnenin ortasında olmak istiyor. Thomas sanat dünyasında parladıkça, Signe kendini gölgede hissediyor. Bu gölgede kalma korkusu, onu giderek daha uç davranışlara itiyor.

İlgi İçin Bedeni Kullanmak

Filmin kırılma noktası, Signe’nin Lidexol isimli yasaklı bir ilacı keşfetmesiyle başlıyor. Yan etkisi ağır deri deformasyonları olan bu hapı kullanmaya karar veriyor. Çünkü bedeninde oluşacak bozuklukların ona istediği ilgiyi getireceğini düşünüyor. İlk başta korkutucu görünen bu hamle, kısa sürede Signe için “fırsata” dönüşüyor.

Yüzü bandajlarla kaplı, derisi dökülen, tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş bir Signe görüyoruz. Ama o, bu haliyle bile –hatta tam da bu haliyle– dikkatleri üzerine çekiyor. Hastanede çektiği selfie’ler, sosyal medyada aldığı beğeniler, hatta “engelli model” olarak keşfedilmesi… Her şey ona istediği sahneyi veriyor. Acı çekiyor, ama aynı zamanda bundan zevk de alıyor.

İlişkide Bitmeyen Çatışma

sick of myself

Signe’nin partneri Thomas da farklı değil. O da kendi sanat kariyerinde dikkat çekmek için kuralları çiğnemekten çekinmiyor. İkilinin ilişkisi tam bir “kim daha çok parlayacak” mücadelesine dönüşüyor. Signe’nin alerji numarasıyla Thomas’ın şovunu çalması ya da Thomas’ın sergi açılışındaki performansını Signe’nin anında gölgede bırakması… Bu sahneler aslında iki narsistin birbirini nasıl yiyip bitirdiğinin göstergesi.

Signe’nin ajitasyona başvurması, pek çoğumuzun sosyal hayatında –bu kadar yoğun olmasa da– başvurduğu bir yöntem aslında. Bu haliyle filmde kendimizden pek çok şey bulabiliriz. Signe bizden farklı bir tür değil, sadece çoğumuzun ilgi arayışının aşırıya kaçmış hâli. Sevgilisiyle yaşadığı rekabet ve Thomas’ın da narsistik eğilimlerinin Signe’nin psikolojisini etkilemesi ise oldukça tanıdık geliyor.

Bir noktadan sonra Signe’nin hastalık “performansı” yalnızca başkalarını değil, kendisini de kandırmaya başlıyor. Gerçekten acı çekiyor mu, yoksa acı çekiyor gibi mi yapıyor? O an için fark etmiyor çünkü önemli olan, etrafındaki insanların ona bakışları.

Toplumsal Bir Ayna

“Sick of Myself”i yalnızca bir karakter çalışması olarak görmek eksik kalır. Film, günümüz dünyasında sosyal medya ile körüklenen “görünür olma” takıntımıza çok sert bir ayna tutuyor. Signe’nin yaptıkları ilk bakışta aşırı, hatta absürt görünebilir. Ama dürüst olalım: Hepimiz biraz da olsa onay peşindeyiz. Hepimiz, sosyal medyada attığımız bir fotoğrafın beğeni sayısına takılıyoruz. Signe bu dürtünün en uç, en çıplak hâli.

Filmi izlerken insan bir yandan Signe’ye kızıyor, hatta tiksiniyor. Ama diğer yandan, bu kadar rahatsız edici olmasının sebebi tam da kendimize yakın gelen noktaları olması. Hepimizde küçük bir Signe yok mu?

Sonuç: Trajikomik Bir Uyarı

Signe sonunda istediği ilgiyi elde ediyor, ama bu süreçte hem bedenini hem ilişkilerini hem de gerçek benliğini kaybediyor. Trajikomik çünkü aslında “kazandığını” sanıyor. Oysa elde ettiği şey yalnızca kısa süreli bir sahne ışığı. Film bize diyor ki: Dikkat çekmek uğruna kendini yok etmek, sahnenin ortasına çıkmakla eş değer değil.

“Sick of Myself”, rahatsız edici olduğu kadar düşündürücü de. Signe karakteri sayesinde modern narsisizmin karikatürünü izliyoruz, ama o karikatürde kendi gölgemizi görmekten de kaçamıyoruz.

arwein

arwein

okur, yazar, izler

Yorum (0)