STAR WARS: Yıldızlar Arasında Bir Arayış Serüveni

Çok çok uzak bir galakside başladı Modern Dünyanın Destanı. Sinema tarihinin gördüğü en büyük mit, her geçen gün efsaneleşerek devam etti yoluna. Popüler bir İlyada yaratmıştı Lucas. hem de bu yüzyılda. Eşi benzeri bulunmayan ve muhtemelen bulunmayacak bir başarıyla adını kazıdı tüm dünyaya. Peki neydi Star Wars serisini bu kadar değerli kılan?

Kısa sürede başarı grafiklerinde zirve yapmanın, herkes tarafından takdir görmenin kolaylıkla mümkün olduğu bir dünyada aynı hızla unutuluş da kaçınılmaz olurken, Star Wars serisinin bitmek tükenmek bilmeyen bir ilgi ile nesilden nesile süregelen başarısını neye bağlayabiliriz ? Popülerist dünyada en değerli yapıtlar bile unutulmaya yüz tutarken, milyonlar tarafından benimsenmiş bir felsefeyle var olmak, tanrısal olmayan bir dinin ortaya çıkışına sebebiyet verip bir efsane olmayı nasıl açıklayabiliriz ?

Tabi ki sağlam ve sarsılmaz insani temellerle.

Popüler bilim kurgu destanı Star Wars pek çok kaynaktan beslendi;  Çigong, Yunan felsefesi, Yunan Mitolojisi, Roma Mitolojisi, Roma Tarihi, Semavi dinler, Şinto ve Taoizm. Lucas, Yıldız Savaşları’ndaki feodal toplum düzenini oluştururken Paladinizm ve şövalyelikten ilham aldığını söyler. Mitoloji uzmanı Joseph Campbell’ın The Hero with a Thousand Faces adlı kitabı da Lucas’ın yönetim tarzını oldukça etkiledi ve Star Wars’ un modern mitini yaratmasında yardımcı oldu. Doğaüstü bir enerji akımı olan Güç’ün konsepti oluşturulurken Parana veya ki/qi/chi’den ilham alındığına inanılır.

Derin ve karışık bir felsefi sistemi olan, mitolojik temalar içeren, insanların psikolojik gereksinimlerini karşılayan, kurgusal kompleks bir dünyaya sahip Star Wars‘u modern bir mit yapan ruhumuzun aydınlık ve karanlık tarafı arasındaki sonu olmayan mücadele ve günümüz teknoloji dünyasında insanın kendine yabancılaşmasını kırarak kendi derinlikleri ile bağ kurduran hikayesidir. 

Mücadele ilk başta insanın kendi içinde başlar ve ardından mücadele edilmesi gereken güçlükler, sistemler, hükümdarlar baş gösterir. Burada ilk gereksinim insanı amaçlarına ulaştıracak, güç verecek ve en önemlisi yalnız olmadığını hissettirecek bir dayanaktır, işte burada hikayeler ve mitler devreye girer. Tam da bunların eksikliğini hissettiğimiz bir anda özenle işlenmiş detayları, sıradışı kurgusu ve efsaneleşmek üzere tasarlanmış kahramanlarıyla Star Wars girdi dünyamıza. Modern arayış hikayemiz işte böyle doğdu.

Yolculuk Başlıyor

ni
Star Wars

Kafası soru işaretleriyle dolu, kendine güvensiz, hep uzaklara gitmek isteyip gerekli cesareti kendinde bulamayan belki de içindeki arayıştan korkan kahramanımız Luke Skywalker, emin olmamakla beraber kendini tetikleyen sebeplerle yola çıkarak insanların ortak serüvenine ilk adımını atar. Kral Arthur mitolojisine paralel olarak ya da Heracles’le, Akhilleus’ le, Theseus’la aynı emellerle yola çıkan Luke kendini bulana kadar devam edecektir yolculuğa. Yol hiç bir zaman kolay olmayacak, karşısına çıkan güçlüklerle mücadele edecek ve her türlü çeldirici oyuna hazırlıklı olması gerekecek tabi ki bunları yapabilmek için bir yol göstericiye; Akhilleus’un Kheiron adlı yarı insan yarı at bir kentaura, Kral Arthur’un Merlin adlı bir büyücüye, Luke’un ise sözleriyle yoluna ışık tutacak yine insan dışı bir canlı Yoda’ya ihtiyacı vardır.  Bir de sırtını dayayabileceği bir yol arkadaşı lazımdır; siz ona ister Peleus, ister Pendragon ister Obi-Wan Kenobi diyin.

luke_yoda_star_wars
Star Wars – Yoda ve Luke

Yunan mitolojisinde çok önemli bir yere sahip olan mentorlar vardır. Odysseus’un oğlu Telemakhos’u eğitmesi için emanet ettiği mentor gibi, Luke’u da eğitimi için bilge Obi-Wan’a emanet ederler. Kahramanımızın kendisi ile sınav vermesi gereken, ne yapacağı pek de belli olmayan Han Solo ise, önemli bir arkadaşlık meselesi olarak yerini alır hikayede. Ve tabi ki kurtarılmayı bekleyen bir prenses… Bu noktada Flash Gordon’a bir göz atmamız gerekiyor.

Star Wars Episode I : A New Hope – Flash Gordon

Lucas’ın küçükken beğenerek izlediği 1936 Flash Gordon serisi, ilk filmle pek çok ortak unsur içeriyor. Megaloman bir uzay imparatoru Merciless Ming’ in askerlerine karşı savaşan Flash Gordon ve Prens Barin sırasıyla Luke Skywalker ve Han Solo olarak çıkıyor karşımıza. Ölümcül düşman gezegeni Mongo/ The Death Star ‘da, kahramanların kurtarmaya çalıştığı Prens Auro / Prenses Leia ile güçlü, tüylü müttefik Prince Thun of The Lion Man/ Chewbacca arasındaki benzerlik yadsınamaz. Flash Gordon evreninden ışın silahları, uzay gemileri ve köpek savaşları gibi pek çok unsurla karşılaşıyoruz A New Hope’da, hatta açılış metinlerindeki yazı stili bile Lucas’ın ne kadar etkilendiğini gösteriyor.

Han-Solo-Luke-Skywalker-Leia-Organa-and-Chewbacca-in-Star-Wars
Star Wars – Luke, Leia, Han Solo ve yardımcısı Chewbacca

Bu sefer Prenses kardeş olunca bir başka iki mitolojik karakter geliyor aklımıza : Apollon ve Artemis. Artemis soyluluğun ve gücün tanrısı tıpkı zengin ve soylu bir aile tarafından yetiştirilen Prenses Leia gibi, Apollon ise doğruluğun savunucusu tanıdık gelmiş olsa gerek. Burdan sonra olay aile içi bir hal alır, anne baba sorgulanarak toplumdaki yer bulma çabasına döner ve geçmişin düğümlerini çözmekle sonuçlanır.

Birkaç Esin Kaynağı

Lucas’ın etkilendiği Usta Japon yönetmen Kurasawa 1975 yapımı Dersu Uzala filmi, hayatta yerini arayan bir gencin Maçurya ormanlarında araştırma yaparken Uzala adındaki bir bilgeyle tanışıp hayatının değişmesini konu alıyor. Luke bize bu genci fazlasıyla anımsatırken filmde yer alan iki sahne vardır ki çarpıcı derecede benzerlik içeriyor. Ufka bakan Captain ve Dersu  aynı anda güneşin batışını ve yükselişini görür, New Hope da Luke’un gökyüzüne baktığı sahnede olduğu gibi. Star Wars ile diğer benzerlik ise Dersu ve Captain’in tipiye yakalanıp geceyi geçirmek için sığınak aradığı sahne ile The Empire Strikes Back’de Han Solo ve Luke’un Hoth gezegeninde kar fırtınasına yakalandıkları sahne arasında.

Kurasawa’nın Hidden Fortess (1958)’ında, bir anda olağanüstü olaylarla karşılaşan bir Japon köyündeki iki komik köylü bize karakter olarak R2D2 ve 3PO’ yu hatırlatmakla birlikte köyü koruyan Prenses ve General’in Prenses Leila ve Han Solo’ya yakınlığını söylemeye gerek yok heralde. Lucas’ın kullandığı bir çok yatay sahne geçişi de Kurasawa’nın tarzıyla benzerlik gösteriyor.

Phantom Manace’deki Pod yarışı aksiyon sahnesinde Chariot Race of Ben Hur’dan esinlenilmiş. Hatta Ben Hur’un tekerleklerinin yanlışlıkla kilitlendiği sahne de başına gelenler Anakin’in de başına gelmişti. Star Wars oldukça geniş bir esinlenme kaynağına sahip.

Ama hikaye yeni başlıyor, bana göre serinin esas kahramanı Anakin Skywalker’ın öyküsü bu!

Üstünde tanrısal bir el olan, zekasıyla kendine hayran bırakan, daha küçük yaşta güçlüklerle karşılaşsa da herşeyin üstesinden gelen, bakışları delip geçen, o her inanışta var olan seçilmiş kişi!
Ele verir hüzün gözlerindeki, herkesten daha zor belli ki kendi gölgesiyle mücadele etmektir onun işi. Ateşli bir tutku onun içindeki, daha küçük yaşlarda ögretmiş hayat ona yenik düşeceği öfkeyi!

Bu öfkeyi en çok İlyada’dan hatırlıyoruz , Anakin‘in öfkesi gibi çocuk yaşta başlamıştır Akhilleus’un öfkesi. Homeros’un unutulmaz destanında Akhilleus da kayıplar verir, bu hayata nefretini arttırırken çevresindekilerin ellerinden geleni yapmadığını düşünmesiyle suçlamaya başlar herkesi. Sonrasında karşısında yapılan her hareket uzaklaştıracaktır aydınlıktan Skywalker’i, artık karanlık tarafın oyunlarına inanmak istemekten başka bir çare yoktur ona, verdiği son kayıpla da dönüşü olmayan bir yola girmiştir üstelik kendisini de yokedene kadar durmayacağı bir yola…

Dark Side 

Ve ikinci perde başlar, tam bir sistem eleştirisine geçtiğimiz, yaşadığımız dünyada olduğu gibi gücün kötü ellerde ne hale gelebileceğini gözler önüne seren bölüm. Savaşlar insanlık tarihindeki savaşlardan yola çıkarak tasarlanmış, hatta ikinci dünya savaşı ile pek çok benzerlik görmek mümkün. İmparatorluk subay üniformaları ve Alman ordusunun üniformaları, siyasilerin kıyafetlerindeki amblemler, şapkalardaki detaylar gibi. Hatta Star Wars da geçen yerlerin isimlerinin dünyada belirli ülke ve şehirleri anlattığını gösteren haritalar bile mevcut.

Palpatine karakteri Julius Cesar, Napolyon, Hitler gibi tarihteki acımasız liderlerden esinlenerek ortaya çıkmış. Gücü elinde bulunduranların dönüştükleri canavarla yani insanlığın en büyük problemiyle başbaşayızdır artık. Makineleşen bir devletle karşı karşıyayız, bir parçası olabilmek için insani değerleri geride bırakmak gereken bir sistemle. Star Wars ‘un temellerindeki en büyük mit; makineleşme insanlığı yok mu edecek, yoksa insanlar kendi değerlerini koruyarak bundan faydalanmayı mı ögrenecek ?

Crimson-guard

Darth Vader

Vader’ın kostümü için The Fighting Devil Dogs serisindeki ‘Lightning’ karakterinin kostümünden etkilenilmiştir. Lightning’in de beyaz zırhlı bir ordusu vardı Stormtrooperlar gibi. Vader’ın nefes almak için kullandığı kaskı ise bize The Phantom Empire (1935) serisinde yer alan Muranianların yeraltında oksijen için taktıkları kaskları andırıyor.

Vader’i içine çeken bürokrasidir, sistem insanlığını yok eder, içindeki saf kötülükle barışır ve o artık sembolik olarak da bir robottur. Ta ki oğluyla karşılaşana kadar…
Ta ki Luke makine, bürokrasi, devlet rolünü oynayan babanın maskesini indirene kadar…

darth-vader

2005’te verdiği bir röportajda Lucas, Vader’ın isminin kökenini; Darth’ın Dark (karanlık) kelimesinin, Vader’ın da baba kelimesinin bir varyasyonu olduğunu yani anlamını ‘Karanlık Baba’  şeklinde açıklıyor. Çocukluğunda ağır bir hastalık geçirip uzun süre hastanede vakit geçiren George Lucas’ın neden bu kadar detaylara önem verdiğini ve anlam ilişkisi kurduğunu anlamak zor değil. Otoriter babası yıllar sonra filminin en önemli sahnelerinden birinin temelini oluşturacaktı. Vader karakterini büyük yapan belki de insanların kötüye beslediği yakınlıktan çok, onların içlerinde olduğuna inandığı iyiliği bulma ihtimali olmasın…

İyiliğin kötülükle amansız mücadelesi bu, Lucas’ın Ying Yang’ı. Hiç bir zaman galibi olmayacak, kimsenin aslında tek bir tarafa ait olmadığı bir düzen…