Kramer vs. Kramer filmini sinemaseverlerin pek çoğu ya izlemiş ya da kıyısından köşesinden aşinadır. 1979 yılının Akademi Ödülleri’ne damga vuran bu film aslında bir kitap uyarlaması ve inanın kitabı da en az filmi kadar keyifli. Filmi şöyle bir kenarda dursun biz yazımızda kitabını inceleyecek, aile olmanın ya da belki de olamamanın derinlerine dalacağız.
Kramer vs. Kramer Özet

Joanna ve Ted Kramer, dışarıdan bakıldığında başarılı bir evlilik ve mutlu bir aile hayatı sürdüren bir çifttir. Ancak bu düzenin altında görünmeyen çatlaklar vardır: Joanna kendini ev işlerinin ve anneliğin tekdüze yükü altında ezilmiş, yalnız ve bunalmış hissederken; Ted ise kariyerine odaklanmış, evin sorumluluklarını eşine bırakarak yaşamına devam etmektedir. Bir gün Joanna, ansızın (üstelik küçük oğulları Billy’nin doğum gününde) evi terk eder. Ted, eşinin bu beklenmedik gidişiyle sarsılsa da, geride kalan yedi yaşındaki oğlu Billy’ye hem annelik hem babalık yapmak zorunda kalır. Başlarda ev işlerinde ve çocuk bakımında tökezleyen Ted, zamanla oğluyla arasında sıcak ve samimi bir bağ kurarak baba rolüne alışmaya başlar. Baba-oğul, birlikte zorlu ama sevgi dolu bir düzene adım atar; Ted kariyerini ikinci plana atarak Billy’nin ihtiyaçlarını öğrenir, ikisi birlikte hayatın alt üst oluşundan yeni bir düzen inşa ederler.
Aradan geçen aylarda Billy ve Ted birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmiş, küçük evlerinde kendilerine ait bir düzen kurmuşlardır. Tam her şey yoluna girmiş, yaralar sarılmış gibi görünürken Joanna geri döner. Kendi iç dünyasını toparladığını ve artık “tam bir kişi” olduğunu düşünen Joanna, Billy’yi geri almak istediğini açıklar. Bu beklenmedik talep, zaten kırılgan bir dengede ilerleyen hayatlarını alt üst eder. Eski eşler, bir yanda Joanna’nın pişmanlıkları ve anne olma isteği, diğer yanda Ted’in oğluna duyduğu derin sevgi ve emekle kurduğu düzen arasında, zorlu bir velayet mücadelesinin içine sürüklenir. Mahkeme salonunda başlayıp aile bağlarının sınandığı bu mücadele, Billy’nin geleceğini belirleyecek en kritik dönüm noktası olacaktır. Roman, okuru sorularla baş başa bırakarak bu çekişmenin sonucunu merakla bekletir; Kramer ve Kramer artık karşı karşıyadır, peki kazanan kim olacaktır?
Karakter Analizi
Ted Kramer: Ted, hikâyenin başında işkolik, hırslarına kapılmış bir baba figürü olarak karşımıza çıkar. Reklam sektöründe yükselmeyi önceliği yapmış, ailesine yeterince vakit ayıramayan bir eş ve babadır. Joanna’nın ayrılığından sonra ise Ted’in yaşadığı dönüşüm, romanın kalbini oluşturur. Mutfakta kahvaltı hazırlarken yaşadığı beceriksizlik, yanan tostlar ve dökülen sütlerle dolu sahneler, onun ne denli hazırlıksız olduğunu gösterir. Ancak Billy’yle tek başına geçirdiği günler ilerledikçe Ted sabretmeyi, dinlemeyi ve sevmeyi öğrenir. Sert bir kabuğun içinden şefkatli bir baba çıkar adeta. Oğlunun yarasını sararken, ateşini düşürmeye çalışırken ya da uyku saati masallarını okurken, Ted Kramer’ın içindeki koruyucu ve sevgi dolu ebeveyn kimliği giderek güçlenir. Kariyer basamaklarını tırmanmaya odaklanmış bir adam, zamanla çocuğu için kariyerinden vazgeçebilecek kadar fedakâr bir babaya dönüşür. Velayet davası sürecinde Ted’in duruşunda, gururlu ama çaresiz bir mücadele izleriz: Hem oğlunu kaybetme korkusuyla kırılgan, hem de iyi bir baba olduğunu kanıtlama azmiyle dimdik ayakta bir karakter portresi çizer.
Joanna Kramer: Joanna, romanın başında içsel fırtınalar yaşayan bir anne olarak dikkat çeker. Dışarıdan “mükemmel” addedilen bir yaşamı olsa da, Joanna kendini evliliğinde ve annelik rolünde kaybolmuş hisseder. Kendini bulma arzusu, bireysel özgürlüğünü yitirdiği duygusu Joanna’yı öyle bir noktaya getirir ki, sonunda en can alıcı kararı vererek eşini ve çocuğunu terk eder. Onun bu seçimi ilk bakışta bencilce görünse de, roman Joanna’nın perspektifini de anlamamıza olanak tanır. Joanna aslında “yetersiz bir anne” olduğuna inanarak ve depresyonun pençesinde evden ayrılır; bu onun için bir kaçış olduğu kadar kendini yeniden inşa etme çabasıdır. Hikâye ilerledikçe Joanna’nın değişimini satır aralarında hissederiz: Terapiler, uzaklarda kurduğu yeni hayat ve sonunda yeniden anne olma isteğiyle geri dönüşü, onun da kendince bir gelişim yolculuğuna çıktığını gösterir. Joanna geri döndüğünde kararlıdır, ancak içinde büyük bir suçluluk ve belirsizlik de taşır. Mahkeme sahnelerinde Joanna’nın gözünden dökülen yaşlar, bir annenin pişmanlığı ile isteğinin çatışmasını yansıtır. Ted gibi Joanna da kusurlarıyla insandır: Korkuları, toplumsal yargılarla mücadelesi ve anne kimliğini yeniden kazanma arzusu, onu oldukça gerçek ve karmaşık bir karakter haline getirir. Joanna Kramer, okuyucuda hem öfke hem empati uyandırabilecek, çok yönlü bir portre sunar.
Temalar

Aile: Kramer Kramer’a Karşı, modern aile kavramını derinlemesine sorgulayan bir roman. Evlilik kurumunun çatırdaması ve bir çekirdek ailenin dağılması, hikâyenin çıkış noktasını oluşturuyor. Ancak roman boyunca aile kavramının farklı bir biçimde yeniden kurulduğunu görüyoruz. Ted ile Billy’nin oluşturduğu baba-oğul birimi, geleneksel “anne, baba, çocuk” formülünden sapmasına rağmen sevgi ve güvenin eksik olmadığı bir aile tablosu çiziyor. Yazar, aile olmanın kan bağından öte emek, fedakârlık ve karşılıklı bağlılık gerektirdiğini gösteriyor. Billy’nin bakış açısından, annesinin yokluğu ve babasının varlığı aileye dair duygusal bir boyut katıyor: Çocuk için “aile”, kendisini koşulsuz seven ve hep yanında olan kişidir. Bu roman, parçalanmış bir ailede bile sıcaklığın ve bağlılığın tekrar filizlenebileceğini anlatarak okura umut vermeyi başarıyor.
Ebeveynlik: Hikâyede ebeveynlik rolü, alışılmış kalıpların dışına çıkarak inceleniyor. Ted’in babalıktaki acemiliği ve zamanla öğrendiği incelikler, ebeveyn olmanın bir cinsiyeti olmadığını vurgular nitelikte. Altını değiştirmekten akşam yemeği hazırlamaya kadar sıradan ama özveri isteyen günlük uğraşlar, Ted için bir öğrenme sürecine dönüşüyor. Roman, “iyi ebeveyn” olmanın mükemmeliyet değil, çaba ve sevgi gerektirdiğini gösteriyor. Ted hata yaptığında da, sinirlendiğinde de, hatta bazen çaresiz kaldığında da ebeveynlikten vazgeçmez – çünkü ebeveynlik bir öğrenme yolculuğudur. Joanna cephesinde ise annelik kavramı çok daha çetrefillidir: Kendini yetersiz hisseden bir annenin, çocuğuna zarar verme korkusuyla onu eşine bırakması, okuru alışılmadık bir anne figürüyle yüzleştirir. Kramer Kramer’a Karşı, anne ya da baba olmanın tek bir “doğru yolu” olmadığını, herkesin bu rolde tökezleyebileceğini ama kalpten gelen sevginin çoğu zorluğu aşabileceğini hissettirir.
Bireyselleşme: Joanna’nın hikâyesi, 1970’lerin sonunda birçok kadının yaşadığı kendini gerçekleştirme arzusunun bir temsili gibidir. Joanna evliliğinde ve ev hayatında kendini kaybetmiş hisseder; kendi benliğini yeniden tanımlamak için radikal bir adım atar. Onun evden ayrılması aslında bireyselleşme çabasının doruk noktasıdır. Kendi ayakları üstünde durup bir “bütün insan” olma isteği, Joanna’yı çocuğundan vazgeçecek kadar güçlü bir ihtiyaç haline gelir. Roman, Joanna’nın yolculuğu üzerinden bireyin kendini tanıma ve gerçekleştirme arayışını yansıtırken, bunun ağır bedelleri olabileceğini de gösteriyor. Kendi mutluluğunu ve kimliğini arayan bir kadının hikâyesi, evlilik ve annelik arasında sıkışmış pek çok okura da dokunabilecek evrensel bir tema sunuyor. Bireyselleşme, sadece Joanna için değil, bir bakıma Ted için de söz konusudur: O da yeni bir kimlik edinir – iş adamlığından “babaya” evrilen bir kimlik. Her iki karakter de kendilerini yeniden yaratırken, birey olmanın sınırlarını zorlayıp sonucunda içsel bir dönüşüm geçirirler.
Toplumsal Roller: Romanın yazıldığı dönem itibariyle toplumsal cinsiyet rolleri ve beklentileri hikâyenin arka planında önemli bir yer tutar. 1970’ler, kadınların sadece ev hanımı ve anne rolüyle yetinmek istemediği, erkeklerin ise ev içi sorumluluklara henüz yabancı olduğu bir dönemdir. Kramer Kramer’a Karşı, bu kalıplaşmış rolleri sarsar: Bir anne çocuğunu bırakıp gider mi? Bir baba, anne kadar iyi bakım verebilir mi? sorularıyla okuru baş başa bırakır. Joanna’nın ev kadını rolünden çıkıp kendi hayatının peşine düşmesi, dönemin feminist rüzgârını yansıtır. Toplumun kadınlardan beklediği fedakârlık ve annelik içgüdüsü, Joanna’da sorgulanır hale gelir. Öte yandan Ted’in hikâyesi, “eve ekmek getiren baba” klişesinin ötesine geçip yemek yapan, parkta çocuğuyla oynayan, hatta mahkeme karşısında babalık becerilerini savunan bir erkek profili sunar. Çevrelerindeki insanlar (örneğin Ted’in iş arkadaşları veya mahkeme heyeti) bu alışılmadık durum karşısında şaşırsa da, roman sonunda toplumsal rollerin aslında değişebileceğini, annelik ve babalığın biyolojiye ya da geleneğe değil, sevgi ve sorumluluk duygusuna dayandığını gösterir. Toplumun yargıları ve yasal sistemin önyargıları da bu temada eleştirilen unsurlar arasındadır. Kramer Kramer’a Karşı, dönemin toplumsal normlarına ayna tutarak, okura “doğru” rol diye bir şey olmadığını hissettirir.
Sonuç

İçten ve sarsıcı bir hikâye anlatan Kramer Kramer’a Karşı, okuru bir ailenin en mahrem anlarına tanık ediyor. Bu romanı okurken zaman zaman gözlerimin dolduğunu, zaman zaman da kendimi Ted ve Joanna’nın yerinde hayal ederken bulduğumu söylemeliyim. Yazar Avery Corman’ın sade ama duygu yüklü üslubu, karakterlerin acılarını ve sevinçlerini yürekten hissetmemizi sağlıyor. Kitabı bitirdiğinizde, ister istemez “Böyle bir durumda ben ne yapardım?” diye düşünmeden edemiyorsunuz. Kramer Kramer’a Karşı, sadece bir velayet hikâyesi değil; aynı zamanda sevginin, fedakârlığın ve değişimin romanı. Okuru aile kavramı üzerine derin sorularla baş başa bırakırken, uzun süre akıllardan çıkmayacak bir etki yaratıyor. Son sayfayı kapattığınızda, Kramer ailesinin yaşadığı dönüşüm ve büyüme hikâyesi, kendi hayatımızdaki ilişkilere ve rollere daha yakından bakmamız için zihnimize küçük bir tohum bırakıyor. Bu tohum, “aile” ve “mutluluk” kavramlarının ne anlama geldiğine dair filizlenmeye devam edecek bir düşünce olsa gerek.


Yorum (0)