1960 yapımı Doğu Alman filmi The Silent Star, Soğuk Savaş dönemi içerisinde önemli mesajlar barındıran uyarıcı nitelikte bir sosyalist bilim kurgu öyküydü.
Bildiğimiz şekliyle bilim kurgu, Jules Verne ve H.G. Wells’in on dokuzuncu yüzyılın sonlarına ait eserlerine dayanır. James Gleick’in bir kitabı, türün sanayi devriminin hızlı sosyal ve teknolojik değişimleri nedeniyle doğduğunu savunuyor. Bu hızlı değişimler nedeniyle insanlar geleceğin bugünden tamamen farklı olabileceğine inanmaya başladılar. Yarattıkları bilim kurgu eserlerde geleceği tahmin etme tutkusuna kapıldılar.
1950’lerin uzay yarışı çağı, bilim kurgu ütopyacılığında da hararetli bir dönemin yolunu açtı. Bugün kültürümüz, Richard Branson veya Elon Musk gibi özel uzay yolculuğunu finanse eden zengin “dahi”ler etrafında dönse de 1950’lerde uzay araştırması halkın uzaktan baktığı ve ihtişamına hayran kaldığı bir devlet olgusuydu. ABD uzay fantezisinin kahramanları, Mercury Seven (Merkürlü Yedili) gibi kare çeneli ve subay traşlı beyaz adamlar iken, Doğu Alman film stüdyosu DEFA 1960’da farklı bir vizyonun peşinden koştu; The Silent Star.
Nedir bu “Sessiz Yıldız”?
Film, sosyalist ülkelerden oluşan bir koalisyonun hem önemli bilimsel keşifler yapmak hem de insanlığı kurtarmak için bir araya geldiği bir kurguda geçiyor. The Silent Star’da, aralarında Afrikalı bir mühendis, Çinli bir botanikçi ve kadın bir Japon doktorun da bulunduğu çok uluslu bir ekip, saldırı tehditi içeren bir radyo mesajını araştırmak için yakın gelecek 1970’inde Venüs’e gider. Polonyalı bilimkurgu efsanesi Stanislaw Lem tarafından yazılan romana dayanan filmdeki yolculuklarında, bilim adamlarının cansız Venüs’ün tarihi hakkında öğrendikleri, alegorik olarak Soğuk Savaş dönemi hakkında önemli uyarılar da barındırmaktadır içerisinde.
DEFA, ilk bilim kurgu filminde iddialı setler, özel efektler ve hatta uzaktan kumandalı bir robot oluşturmaya ve hatta Agfacolor (renkli film) filmi kullanmaya dahi hazırdı. Nitekim bu hevesler de, filmi zamanın en yüksek bütçeli Doğu Alman filmi de yaptı.
Ancak film için ödemeler alabilmek, batı ülkelerinde dağıtım anlaşmaları yapmayı da gerektirecekti. Doğu Alman kültür otoriteleri, filmin sosyalist yanlısı propagandasının yeterince sert olmadığından ve içerisinde bir Amerikan karakter barındırmasından oldukça şikayetçi oldular. Gerekli değişiklikleri yapmak, üretimi birkaç yıl geciktirdi; hatta muhtemelen karakterleri heyecan verici birer dram ögesinden stereotip’lere de dönüştürdü.
Ama sonunda, film Batı Avrupa’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde (oldukça kesilmiş, propaganda ihva eden her kısmı yok edilmiş bir biçimde de olsa) gösterime girdi. Böyle geniş bir kitleyi içerisinde barındıran bu sosyalist gelecek övgüsü ise kendisinden birkaç sene sonra çıkacak bir esere ilham kaynağı oldu; Star Trek’e.
Yorum yap