DOCTOR WHO 11. SEZON İNCELEMESİ

Normalde sessiz kalırdım ancak bu kez, ciddi anlamda ‘ağzı olan konuştu’ ve sezon yanlış açılardan, yanlış eleştirilere boğuldu. Merhabalar ben Duha ve size Doctor Who’nun yayınlanan en son sezonundan bahsedeceğim. Yani herkesin unutmak istediği, acaba başka bir dizi mi izledim ben dediği Doctor Who 11. sezon …  

Herşeyden önce değinmek istediğim bir nokta var; KADIN DOKTOR! Diziyi takip eden ve etmeyen hemen hemen herkes haberdardır ki, dizi tarihinde ilk kez bir kadın oyuncu Doktor karakterini canlandırdı. Şansımıza da muazzam bir oyuncu olduğunu düşündüğüm Jodie Whittaker seçilmişti. İsmi açıklandığında derhal gidip kendisi hakkında araştırmalar yaptım ve yapabildiğim kadarıyla yer aldığı projeleri izledim. Özellikle Broadchurch’de o kadar muazzam bir performans sergilemişti ki, sezon hemen yayına girsin de kendisini bir de Doktor rolünde izleyeyim istedim.

Bu sezondaki Doktor karakterini mercek altına aldığımızda, binlerce yıllık varoluşunda ilk kez bir kadın bedenine rejenere olmuş ve buna adapte olmaya çalışan bir Zaman Lordu, yanındaki üç yol arkadaşı ile savrulup duruyor. Whittaker’ın ismi açıklandığıan başlayan seviyesiz ve cinsiyetçi yorumlara inat, döktürdü de döktürdü. Hem de senaryodaki teknik hatalara karşın! Jodie ile gurur duyuyorum; böylesi zor bir karakteri bu denli iyi canlandırabildiği için.

Sezon çok havalı bir bölüm ile başladı: “The Woman Who Fell to Earth”. Başlangıçta bambaşka bir dizi izler gibi hissetmiştim. Whittaker’ın oyunculuğunun harcanıp harcanmadığı konusunda bir endişem olmuştu. Ancak Tim Shaw/Tzim-Sha geldiği an, o enfes protez… o kostüm! Çok iyiydi, harikaydı,muazzamdı. Tabi bu bölümü izlerken ileride neler olacağını bilmediğim aklıma geliyor da… ha! ha!

Doctor Who 11. sezon

Sezondaki ikinci bölüm olan “The Ghost Monument” ise ayrı bir hayran çıldırışı yaşadığım bölümdü. Bahsi geçen abidenin ne olduğunu öğrendiğimiz saniyede hangimiz ‘çok mantıklı aslında!’ demedi ki! Ayrıca bölümde yeni yol arkadaşlarından Ryan’ın Call of Duty başarısı bence oyunun hayranlarına ‘benim de bir altın bileziğim varmış yani’ dedirtir. Sonrasında olanlar bu başarıdan bağımsızdı elbette.

Bu kadar kısa sürede bir ırk hakkında bu kadar bilgi sahibi olmak ve dahasını görmek istemek. Daha da doğrusu bunun sağlanabilmesi. Stenza ırkı ve Desolation gezegeni hakkında daha çok bilgi istiyor.

Gelelim sezonun resmen harcanan bölümü ‘Rosa’ ya. Harcanan derken, yapım ekibi tarafından harcanan. Sezonun üçüncü bölümüydü ve son derece heyecanlı iki bölüm ardından geldi. Bazıları bunu bahane gösterse de bence eldeki malzeme ancak bu kadar israf edilebilirdi. Tarihte bu kadar kritik konumda bulunan bir ismi ve olayı bu kadar pasif işlemeleri ve bölüm kötüsündeki pasiflik açıkçası beni hayal kırıklığına uğrattı. Sırf konusu için izlenmiş olsa da eminim konuya yakınlık duyan herkes düşüncelerimi paylaşıyordur. Öte yandan, Rosa Parks mevzusundan bahsedilmesi güzeldi. Gerçek şahısların ve tarihi değiştiren gerçek olayların bu denli gerçekçi işlenirken bir anda ortaya hiç gerek olmayan fakat çok gerçekçi yapılan ama gerçekçi olmayan bir zaman yolcusu/suçlusuna ne gerek vardı.

Dördüncü bölüm olan ‘Arachnids in the UK’deki örümceklerin fobiye sebep olacağını belirteyim. Öte yandan bölümde yer alan bir karakter ileri derecede Trump iken Trump’ı eleştiriyordu. Bölüm kötüsü var mıydı, kimdi, neydi…. Ben hızlıca minik canavar Pting’in yer aldığı beşinci bölüm olan “Tsuranga Conundrum“’dan bahsetmek istedim bunları yazarken. Bölümdeki nereden çıktığını anlamadığımız canavarımız minnacık ama cidden dünyaları yiyen bir haylaz. Etle kemikle asla işi yok, ver çeliği, ver bombayı, ver roketi, ver uzay gemisini yesin. Bir an yediği bir nesneden aldığı haz ile uçuştuğu anda herkes kendini bulacaktır. EN sevdiğimiz yiyecekleri yediğimizde hepimiz o ifadeyi veriyoruz… Öte yandan bölümdeki farklı türlere ait bazı sağlık meseleleri sizi güldürecektir. Bazısı ise gözlerinizin dolu dolu olmasına sebep olacaktır.

Altıncı bölümden bahsedeceğim. Bu bölümü ‘diziye aşık birsülaleden gelen ağır fangirl’ yanımı sakinleştireren yazmaya çalışacağım. Çünkü bence bölüm modern seri boyunca Doctor Who’nun proje olarak kökenine en ama en uygun bölümüydü.

Bilmeyenler veyahut hatırlamayanlar için belirteyim. Dizinin amacı küçük çocuklara ve gençlere tarih ve bilim hakkında hem eğitici hem de eğlenceli bir program sunabilmekti. Bunu da eğlenceli bir temada yapmak istiyorlardı.

Bu sezonu bana sevdiren bölüm oldu ‘Demons of the Punjab’ .Tarihi bilgi sunumu bence son derece dozundaydı. Ne ders niteliğinde ne de Rosa bölümündeki gibi eriyip giden şekilde değil. Öte yandan bölüm kötüsünün ‘insan’ olması, Thijaryanlar ile ilgili gerçek falan… enfesti, enfes! Özellikle bölüm kötüsünün insan hatta ‘kim’ olduğunu genç kesimin görmesi bence artı olarak bir bilgi daha sunuyor. Alt metin olarak “kötülük sadece uzaylıdan gelmez, bazen en yakınımız bile kötü olabilir” bilgisi güzeldi. Gençlere birinin bunu hatırlaması, bu hayat dersini alması lazım.

Doctor Who 11. sezon  

Yedinci bölüm ‘Kerblam!’ bize balonlu naylon, insan gücü ve dahası hakkında düşünme fırsatı tanıyor. Robotları kolaylık olarak yapan insanoğlu kendi fişini mi çekiyor? Bence kesinlikle evet. Hikayenin işlenişi ve hatalarımızın karşılığını almamız konusundaki ince anlatım, Graham karakterinin ne kadar harika olduğu, Ryan’ın paketlemedeki uzmanlığı ve Yaz’ın henüz karakter gelişimi sağlayamaması bölümü dolduran şeylerden bazıları.

Spoiler vermek ya da vermemek… işte tüm mesele bu!

Size sekizinci bölüm ‘The Witchfinders’ ı yaya yaya anlatmak isterim ama öte yandan izlemeyenler de izlesin isterim. Konuk oyuncu Alan Cumming, onun performansı ve bölümde işlediği hikaye ile sezondaki ikinci favori bölümüm oldu. Salem cadıları hoştur ama bir de  Bilehurst Cragg civarındakilerden bahsetmek gerek. Bu bölümdeki alt metin olan ‘En büyük karşıtlık, karşı olduğu şeyi içinde taşıyandan gelir’ ile ek puan hanesine öyle bir ek yapıyor ki! Tarihten kesitler verilip bu kesitteki Doktor’luk kısımdan bahsedilmesi fikri çok hoşuma gidiyor sanırım.

Doctor Who 11. sezon hakkında spoiler içerir.

Doctor Who 11. sezon  


Bu sebeple dokuzuncu bölüm ‘It Takes You Away’ i çok da sevememiştim. Bu bölüme dek içerik beni benden aldıysa da bu bölümde detaylar beni gülümsetti. Bölümle ilgili olarak bazı şeyleri çok ama çok genç izleyiciye açıklar gibi açıklama ihtiyacı oluşturan yorumlar okudum bu yazıya başlamadan önce. Öncelikle; bölümdeki oyuncu gerçekten de görme engelli bir oyuncu. Ve kurbağa da, yine bu bölüm içinde belirtildiği üzere Grace sebebiyle seçildi.(Spoiler veriyorum bu noktada) Çünkü bölümdeki uzaylımız insanlara karşı ilgili, ancak insanlara dair bilgisi sınırlı olan bir tür. Dolayısıyla elindeki verinin, kendince, en kıymetli parçalarından feyz alıyordı. Tamam tamam…spoiler vermeyi kesiyorum.

11. sezon introsunu çok beğendim.

Spoiler konusunu kapatıp sezonun onuncu ve son bölümü olan‘The Battle of Ranskoor Av Kolos’dan bahsederek devam ediyorum. Bölümdeki kıymetli ırk olan Ux’lar yoğun bir sempati oluşturuyor. (Spoiler bir kez zikredildi mi devamı geliyor sanırım.) Hayran oldukları şeye odaklanmaktan kendi potansiyellerinin farkına varamamaları ama hayranlık duydukları şeye son derece güçlü bir şekilde bağlı olmaları göz yaşartıcı. Alt metinlerden bahsettim ya sürekli, bu bölümdeki alt metin de ‘kendini tanı, potansiyelini gör’ idi bence. Chibnall iyi bir ekip topladı. Bu konuya derhal döneceğim. Ama önce, bu bölümde ilk bölümlerde karşılaştığımız bir tür ile yeniden karşılaşıyoruz ve o karşılaşma sahnesindeki nesnelerin devasalığı, hareketli oluşu ve insanda yarattığı o korkunç his son derece etkileyiciydi. O sahneyi mutlaka görmenizi isterim. Kimileri için tüm sezonu toparlayan, kimileri için sezonu daha da anlaşılmaz kılan bir bölümdü.

Ben toparladı diyenlerdenim. İnce detaylardaki zerafet, oyunculuklar bence muazzamdı.  Ama Yaz hariç çünkü gram ilerleme gösteremedi. Sanki tam karakter gelişimi gösterecekmiş de bir gülme mi gelmiş, biri mi dürtmüş ondan sebep gelişememiş gibi duruyor.

Genel olarak özetleyecek olursam; sezon vaat ettiği şeyler ve sunduğu şeyler bakımından biraz dengesizdi ama içinde öyle muazzam detaylar vardı ki! Bu detaylardan biri Doktor’un bence vurucu repliği olan “Beni al! Ben daha yaşlıyım, daha çok şey gördüm. Daha çok sevdim, daha çok kaybettim. Beni al ama onu bırak gitsin” oldu mesela. Sezondaki yoldaşlardan biri olan Ryan’ın  koordinasyon ile ilgili engeli kalbimi ısıttı. Çeşitli forumlar ve resmi hesaplarda gelen yorumları okuyorum ben. Hadi benimkine işsizlik diyelim, bir de işi için okuyanlar var. Yazarlar gibi…

Şöyle ki, ben yorumları okurken arada bir kullanıcının bıraktığı yoruma denk gelmiş ve gözyaşlarımı tutamamıştım. Bu kişi, bedensel engel durumundan bahsetmiş ve ‘kendisini hayallerinde bile Doktor ile macera peşinde’ düşünemediğini çünkü engelinin onu geride tuttuğunu paylaşmıştı. Bu sezonda sanırım aynı kişi şunu demiş “Ryan’dan bahsettiğiniz için teşekkürler.Benim hayal gücümü halen bir miktar zorluyor olsa da, artık kendimi dahil edebiliyorum.” Bu sizce de muazzam değil mi! Kadın oyuncu, LGBT mevzuatı (ki sezon boyunca iki sahnede belli belirsiz değinildi. Geçen sezon Pearl Mackie’nin canlandırdığı Bill karakterindeki hataya düşülmedi), zenci oyuncu olması, Müslüman karakter olması sansasyon oldu. Buna son derece üzüldüm. Çünkü bu diziyi izleyen kesim buna takılıyor olmamalıydı. Graham karakterinin açık fikirliliği, Ryan’ın yaşadığı olumsuzluklara rağmen kendi yerini oluşturması, Doktor’un farklı bir cinsiyete rejenerasyon geçirmesi ve buna adaptasyon süreci, alt metinler konu olmalıydı. Fakat herkes o kadar cinsiyetçi, o kadar sığ ve orjinallikten uzak ve de neredeyse kopyala yapıştır kıvamdaki eleştirilerle öyle meşguldü ki bu kısımlar gözden kaçırıldı. Umarım, şimdiye dek!

Öte yandan sezondaki çoğu bölüm hikayesindeki  climax/çözülüm evresinin hatlarının belirsiz oluşuyla ortaya çıkan zayıf ve sönük havaya girmesi beni üzdü. Sanki çoğu bölümde bölüm sonu fazla sertmiş de son dakikada yumuşatılmış gibiydi. Beni yoğun bir şekilde rahatsız eden bu oldu. Bu durum izleyiciye ‘fazla uzun bölüm’ hissiyatı verse de aslında pek de uzatılmış gibi değildi. İzleyicinin senaryodaki bu zayıflığı Doktor’un bir kadın oyuncu tarafından canlandırılmasından ileri gelen bir hata olduğunu sanmasına yol açtı. Yani, sezon boyunca bir kadın karakterde bir sorun vardı, orası doğru. Bu karakter Yaz idi. Umut ile ölçtük biçtik. Gram karakter gelişimi olmadı Yaz’da. Çok tatlı bir oyuncu bu sezon bizimleydi ancak talihsiz bir rolü vardı. Sanki son anda yapımcının annesi gelmiş de “kardeş de sizinle oynasın” demiş gibi duruyordu.

Son olarak, Chibnall tam bir fanboy olduğu için sonraki sezondan ümidim var. Gerçi onu da uzun bir süre bekleyeceğiz gibi duruyor. İlkin günahı olmaz diyeceğiz Chibnall’a. O da sezonda muhteşem yakalamalar yaptığı için. Ben izledim, gözledim ve araştırdım. Sakin kalmayı ‘deneyerek’ bu yazıyı sizler için hazırladım. Umarım izler ve görüşlerinizi bizlerle paylaşırsınız.

Sağlık, huzur, sevgi ve macera dileklerimle,

Duha.

Doctor who fanı, sinema sever