Küçükken hepimizin ellerinde gezdirdiği içinde renkli dünyaların, absürt karakterlerin ve ders verici maceraların olduğu masal kitapları olmuştur. Kimilerinin ise kitaplar yerine bu dünyalara sahip korsan CD’leri vardı.
Disney’den Dreamwork’e, Warner Bros’dan ismini bilmediğim Türk animasyon şirketlerine kadar bir sürü korsan CD geçti elimden. Fakat bir tanesi vardır ki elime nasıl, ne zaman geçtiğini bilmediğim rüyalarımı ve kabuslarımı süsleyen “How to Grinch Stole Christmas! (1966)” filmidir. Meşhur yazar Dr. Seuss’un en ünlü kitaplarından birinin televizyon filmine dönüştürülmüş halidir kendisi. Bu film sayesinde de Dr. Seuss’u ve onun bu kıpır kıpır hayal gücüne aşık olmamam elde değildi. Şimdi ise Dr. Seuss’un bu eşsiz dünyasını ve zamanla nasıl o dünyanın sinema sayesinde mahvolduğuna anlatmama izin verin.
Theodor Seuss Geisel Hakkında Birazcık Bilgi
Filmlerime başlamadan önce hızlıca Dr. Seuss’u ve sinema ilişkisinden bahsetmek istiyorum. Dr. Seuss gerçek adıyla Theodor Seuss Geisel 1904’te Yahudi bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Başarılı geçen lise yıllarının ardından Oxford’un İngiliz Dili bölümüne kabul edilen Seuss, üniversite zamanlarında hayvanların çeşitli illüstrasyonlarını çizerek geçirdi. Mezun olmayı beklemeden bıraktığı okulun hemen ardından çeşitli dergilerde çizer ve yazar olarak Dr. Seuss takma adıyla işe başladı.
Dergideki işinin yanı sıra kendi çizimleri ve hikayelerini de yazan Seuss bu işlerini televizyona çıkarmaya karar verdi. Birkaç arkadaşının yardımıyla ilk kısa filmi 1931’de televizyonda gösterildi. Başarıyla geçen yılların ardından 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle o da diğer bütün çizerler gibi propaganda filmleri çekmeye, bir yandan da çocukları eğlendirmeye devam etti. 1940’ta savaşın bitmesiyle sevdiği işine tam gaz devam etti.
Eşinin isteğiyle beraber uzun süredir üstünde çalıştı kitapları yayınlama kararı aldı. If I Rant the Zoo, Horton Hears a Who, The Cat in the Hat, How the Grinch Stole the Christmas ve Green Egg and the Ham gibi başarılı kitaplara imza attı. Kitaplar satış rekorları kırınca bunları televizyona taşımak yine Dr. Seuss’a düştü. Bir yandan kitapları bir yandan da bu kitapların senaryolarını yazan Dr. Seuss hayatının tek bir anını boş geçirmeyerek yaşadı ve 1991’de 87 yaşında kanserden hayatını kaybetti.
How to Grinch Stole Christmas! (1966)
Sinema filmlerine geçmeden önce çocukluğumu süsleyen How to Grinch Stole Christmas! filminden bahsetmek istiyorum. 1966’da ilk gösterimini yapan film Dr. Seuss’un kitabının birebir uyarlaması olan kitap müzikleriyle, seslendirmeleri ve o mükemmel iki boyutlu çizimleriyle çoğu kişinin gönlünde taht kurmuş ve şu zamana kadar çıkan en iyi Dr. Seuss filmi olarak adlandırılmıştır. Grinch’i ve Anlatıcıyı seslendiren döneminin ünlü oyuncularından Boriss Karloff başarılı bir iş çıkarmıştır. June Foray, Dal McKennon, Thurl Ravenscroft gibi ileri zamanlarda adları sıkça karşımıza çıkacak güçlü seslendirmenler de bu filmde rol almıştır.
Senaryonun asıl kaynağa sadık kalması, sade bir şekilde seyircilere sunulmasıyla dikkat çekmiş ve günümüz eleştirmenlerinden de iyi notlar almıştır. Bilmeyenler için konusunu kısaca özetlemek gerekirse Grinch isimli yeşil ve kalbi iki kat küçük olan karakterimiz Whoların gürültülerine ve Noel kutlamasına dayanamayıp Noel’lerini çalmak istemesini anlatır.
How to Grinch Stole Christmas (2000)
İlk beyaz perde uyarlaması ve ilk domino taşı olan How to Grinch Stole Christmas başrol olarak Jim Carrey’i alsa da maalesef başarısız bir Dr. Seuss uyarlaması olarak tarihe adını yazdırıyor. Grinch karakterine can veren Jim Carrey, Anlatıcı olan Anthony Hopkins filmin sadece dikkate değer iki elementi.
Kostüm tasarımı, müzikaller, karakterler, gereksiz ve bir o kadar da saçma olan Grinch’in arka plan hikayesi filmi batırmaya yetiyor da artıyor. Dr. Seuss’un Who’s karakterlerinin herhangi birisinin ekrana çıkıp konuşmaya başlaması filmi izlediğiniz cihazı parçalara ayırmak istemenizi sağlıyor. Dünyalar tatlısı Cindy Lou Who karakteri bile öyle kötü tasarlanmış ki Grinch onu gördüğü anda neden üstüne basarak onu karlar içine gömmedi diye düşünüyoruz.
Komik başka bir nokta ise filmi yöneten kişinin Ron Howard olması hani A Beautiful Mind ve Apollo 13’ün yönetmeni olan Ron Howard. Daha kötü bir Seuss filmi daha düşünemiyorum hem karakterin bütün hikayesini yok eden, hem de yirmi dört dakikalık bir filmin bile sadece hikayeye sadık kalarak yapabildiğini yapamayan bir film şaka olsa gerek.
The Cat in the Hat (2003)
Daha kötüsü olabileceğinin live action kanıtı olan The Cat in the Hat, Bo Welch’in çektiği ilk ve son film olarak Dr. Seuss filmleri listesinin ikinci sırasına yerleşmiştir. Film hakkında söylenebilecek tek iyi şey son Dr. Seuss live action denemesi olmasıdır. Bundan sonra yayınlanan her film animasyon olup en azından görsel anlamda bu uyarlamaları ileriye taşımıştır.
Filmimizin baş rol koltuğuna Mike Myers (Austin Power) geçmiş, gereğinden fazla rahatsız edici ve sapıkça oynamıştır. Kedinin her sahneye girmesiyle beraber başlayan olaylar film boyunca aralıksız devam etmiş ve artık izleyenleri bile bunaltacak duruma getirmiştir. Çocuklarımızın bu sefer normal insan görünümleri gözlerimizi kanatmamış onun yerine davranışları oldukça tek yönlü olmuştur. Film boyunca kimse değişmemiş, kimse bir şey öğrenmemiştir. Filmdeki karakterler nasıl başladıysa öyle bitmiştir. Olan çocukların annesinin sevgilisine olmuş, kötü olsa bile gereğinden fazla zihinsel şiddet görmüştür. Filmin tamamı sanki adama yapılan kocaman bir kışkırtma gibidir.
Filmimizin muhteşem konusu da şu şekildedir: Sıkılan ve yaramaz olan iki çocuğun bir gün şapkalı bir kedi tarafından ziyaret edilmesi, sadece bu kadar evet. Son olarak bu filme zaman vermek yerine eskiden TRT Çocuk da yayınlanan dizisini izlemenin size daha fazla zevk ve mutluluk vereceğini söylemek isterim. Dev bir hayal kırıklığı.
Horton Hears a Who! (2008)
Başrollerini Jim Carrey ve Steve Carell’ın paylaştığı, Blue Sky Studio yapımı animasyon filmi olan Horton Hears a Who! başarılı bir Dr. Seuss uyarlamasıdır. İnsanların artık Dr. Seuss filmlerinin live action olamayacağını anlaması uzun sürse de sonun da anlayabilmiş ve sonunda bu animasyonu bize vermişlerdir. Konumuzdan yine kısaca bahsedersek: Karahindiba üzerinde yaşayan insanların olduğunu ve onları duyduğunu iddia eden baş karakterimiz Horton insanları bu olaya inandırmaya ve canı pahasına onları korumaya çalışır. Jim Carrey ve Steve Carrel’dan başka daha bir sürü başarılı ismin seslendirmen koltuğunda bulunduğu yapım tek başarılı uyarlamadır. Bundan sonra gelecek yapımlar görsel olarak Horton’u artmasa da hikaye bakımından kitaba sadık kalmamış ve bütün güzelliği buruşturup atmışlardır.
The Lorax (2012)
Illumination Studio’nun eline düşen zavallı The Lorax’ın sonu çoktan belliydi aslında. Seslendirmenler ne kadar iyi olursa olsun Zac Efron, Danny DeVito, Ed Helms ne kadar çabalasalar da senaryo her şeyi bitiren oldu. Minyonları bu dünyaya salan stüdyodan da başka bir şey beklemek mantıksız olurdu zaten. Kötü şarkı sözü yazımını bir kenara atarsak (ki atmamız gerek) ellerinde olan müthiş bir şekilde yazılmış bir şarkıyı çöpe atmak affedilemez bir günahtır. Dinlemeniz için şarkıyı tam buraya bırakıyorum. Konusu ise: Ted isminde bir çocuğun ağaçları bulmak için çıktığı yolculukta bir yaşlıyla tanışması, o yaşlının bize genç girişimci Once-ler ve orman ruhu Lorax’ın hikayesini anlatmasıyla başlıyor. Once-ler’ın ünlü olmak için yaptığı hareketler, ormanı talan ediyor. Hikaye bir yandan anlatılırken Tom ise geriye kalan son ağacı bulup onu ekemeye çalışıyor.
The Grinch (2018)
Illumination Studio’nun batırdığı bir film daha olan The Grinch’e geldik. Filmin bahse değer hiçbir şeyi yok… Filmi izlerken sadece boşluğa bakıyormuş hissi geliyor sonra bitiş jeneriği akmaya başladığında bir bakıyorsunuz bir saat yirmi beş dakikanız çöpe gitmiş. Bir yerden başlayalım hadi. Grinch’i seslendiren kişi yani Benedict Cumberbatch bir animasyonda yapılan en kötü casting olabilir, Grinch’in o kalpsizliğini, kötülüğünü sesiyle yaratamamış. Ne Jim Carrey gibi kurnaz ne de Boriss Karloff kadar korkutucu sadece İngiliz. İngiliz bir Grinch. Evet. Anlatıcı sanki replikleri silah zoruyla okuyor gibi ne bir canlılık ne de bir heyecan var.
Grinch’in karakteri sırf bu film için değiştirilmiş, daha bir şeyler fark etmeden iyi olmaya başlıyor. Yine aptalca bir arka plan hikayesi yazılmış ve kalbinin küçüklüğü buna bağlanmış. Grinch’in en büyük sembolü olan sırıtma bile düzgün bir şekilde yapılamamış.
Dediğim gibi bu filmdeki yeşil canavar kesinlikle Grinch değil. Hikayemize gereksiz yan karakterler giriyor ve spot Grinch de olmalıyken birden Wholara çevriliyor. Filmin yarısında aile dramı izliyoruz bildiğin. Müzikler, müzikler en çıldırdığım kısımlardan biri. Bütün animasyonların şu aralar yaptığı davranışlardan birini yapıyor. Her şarkının rap versiyonunu yapmak ya da bir şekilde durumla alakalı rap şarkısı eklemek. Mesela bu filmdeki en önemli şarkılardan biri You’re A Mean One, Mr. Grinch şarkısını neden Tyler, The Creator söylüyor? NEDEN? Ben filmimi izlerken neden birden Tyler’ın sesini duymak zorundayım.
Bu film live actionlar gibi rezalet değil. Sadece bomboş bir film, başına oturup kalktıktan sonra bir şey değişmiyor, bir şey izlediğinizi anlamıyorsunuz. Renkli karakterler geliyor, şarkı söylüyorlar, gidiyorlar. Tek övülecek yanı animasyon kalitesi olabilir. Cidden canlı bir dünya resmedilmiş ama onun da içi bomboş. Bir animasyon filme en son Hop’da bu kadar sinirlenmiştim, tesadüfe bakın ki o da Illumination’ın bir işi. An awful idea! Wonderful, awful idea!
Dr. Seuss serüvenimizi bu şekilde son noktayı koyuyoruz. Gitmeden önce de şu an Netflix’te yayınlanan ve yeni sezonlarının geleceği haberini duyuran Green Eggs and Ham’e de bakmanızı tavsiye eder iyi izlemeler dilerim.
Yorum yap