Bugün sizlerle beraber Richard Linklater‘ın yönetmenliğini yaptığı Blue Moon filmi hakkında konuşacağız. Berlin Film Festivali‘nde prömiyerini yapan film kadrosunda Ethan Hawk, Margaret Qualley, Bobby Cannavale ve Andrew Scott gibi oldukça iyi oyuncuları barındırıyor. Bu kadrodan Andrew Scott, Berlin Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Performans ödülüne layık görüldü. Film anlatısını tamamen Lorenz “Larry” Hart (Ethan Hawke) üzerinden yürütüyor ve konu aslında tamamen Larry’nin nasıl biri olduğuyla alakalı. Bu bilgileri verdikten sonra filmin incelemesine geçiş yapabiliriz.

Larry bir söz yazarıdır ve genellikle sözlerini müzikaller için yazmaktadır. Richard Rodgers (Andrew Scott) ile yıllardan beri süregelen ortaklıklarından sonra Richard ilk defa Larry olmadan bir iş yapmaktadır. Müzikali kıskanan Larry barda barmen ile sıkı bir sohbet içine girer. Burada Larry karakterinin hikaye boyunca da yapacağı gibi Elizabeth (Margaret Qualley) karakterinden bahsetmesiyle konuya giriş yapıyoruz. Elizabeth karakterine çok büyük bir hayranlık besleyen Larry, Elizabeth ile yaşadığı kimilerine göre küçücük olan ama ona devasa gelen anılarını anlatır. Burada Larry’nin ne kadar tutkulu ve çocuksu biri olduğunu görüyoruz.

Öncelikle uyarmam gerekiyor ki bu film hayatımda gördüğüm en fazla diyaloğa sahip film olabilir. Richard Linklater, Before serisi ve bu film ile bizlere diyaloglarla bezeli filmler vermeyi kendine görev edinmiş bir yönetmen belli ki. Ben bu durumdan gayet memnun olsam da sanırım Ethan Hawke benden çok daha fazla bu duruma sevdalı. Bir saniyesi bile konuşmadan geçmeyen bir adamın heyecanı ancak bu kadar iyi yansıtılabilirmiş. Linklater ile çalışmaya alışık olan Hawke rolünü asla yadırgamıyor ve bizlere karakteri yaşatıyor. Ben bu rolle Berlin’de ödül alamamasına gerçekten çok şaşırdım. Oscar’a aday olmasını kesinlikle isterim ama bu tarzda bir filmle oralara aday olabilir mi pek emin değilim.

Larry karakteri ve film ile alakalı çokça yazacak materyal olmasına rağmen bu konulara dair konuşmak cidden çok zor çünkü filmin her anı diyaloglarla dolu ve ben hangi biriyle alakalı konuşacağımı bilemiyorum. Size sadece iki sahne ile Larry karakterinin insanlar tarafından ne kadar dinlenilesi bulunmadığını anlatmaya çalışacağım.
Larry tuvalete gittiği sırada mekanın piyanisti ile denk geliyor ve soluksuz bir şekilde konuşmaya başlıyor. Burada dikkatinizi çekerim ki soluksuz konuşan yalnızca Larry oluyor. Kendini birilerine anlatma isteğiyle yanıp tutuşan Larry tuvalette yine bir şeyler anlatırken arkasına dönüp bir bakıyor ki piyanist tuvaletten çıkıp gitmiş.
Bir diğer sahnedeyse kutlamanın içine giren Larry kutlamaya girmeden önce barda hayranlık duyduğu bir adamla konuşmaktadır. Kutlamaya gidip geldikten sonra ise hayranlık duyduğu adamı yerinde göremez ve kahrolur. Daha konuşacağı çok şey olduğunu söyleyen Larry yine bir başına kalır.

Biraz da hikayede etkisini hissettiğimiz bir diğer karakter olan Richard Rodgers hakkında konuşmak istiyorum. Öncelikle Andrew Scott’un oyunculuğu için filmi izleyecekseniz pek de özel bir performans olmadığını söylemem gerekir. Richard da diğer insanlar gibi Larry’ye hayranlığını sürekli dile getirse de ondan son derece bıkmış durumda. Öyle ki normalde enerjisi gayet yüksek olan Richard karakteri ne zaman Larry bir iki kelime etse ya kaşlarını çatıyor ya da göz deviriyor. Bu sırada öğreniyoruz ki Richard Larry’nin sadece konuşmasından değil alkol bağımlılığından da bıkmış durumda. Larry alkol bağımlılığını aşmaya çalışmakla beraber geçmişinde bu bağımlılık yüzünden işlerini çokça aksatan biri. Film boyunca Larry’nin ne kadar büyük bir efsane olduğundan söz edilse de her seferinde kimse onunla 5 dakikadan fazla sohbet etmek istemiyor.

Bu anlatıda Larry karakterinin ne kadar göz ardı edildiğini bize en çok Elizabeth karakteri gösteriyor. Elizabeth karakteri Larry’den yaşça çok küçük ve son derece etkileyici bir güzelliğe sahip. Girdiği her ortamda gözleri üzerine çeken bu karakteri gözüm pek tutmadı. Neden derseniz sebeplerini saymaya başlayayım.
Elizabeth kendisine pek de ilgi göstermediği açık olan bir erkeğin peşinden kendi onurunu pek de göz önünde bulundurmadan koşuyor. Bunu Larry’ye anlattığında Larry yıkılıyor ama bu yıkılmayı Elizabeth’in biraz küçümsediğini hissettim. Herkesin yaptığı gibi Larry’ye büyük hayranlık beslediğini söylüyor ve diğerleri gibi onu tabiri caizse pış pışlamaya çalışıyor.Bu sahnede Elizabeth çokça konuşsa da Larry bu sefer dinlemeyi tercih ediyor ve Larry’nin Elizabeth’e ne denli hayran olduğunu anlıyoruz.
Larry ve Elizabeth’in konuşması bittikten sonra Elizabeth, Richard ile tanışıyor ve buradan itibaren işler tersine dönüyor. Larry’nin de bir daveti olmasına rağmen Elizabeth Larry’nin yanağına bir öpücük kondurup Richard’ın davetine katılmayı tercih ediyor ve Larry’nin ruhen yıkıldığını hissedebiliyoruz. Hem yıllardır ortağı olan adamı kaybeden Larry bu sefer de Elizabeth’i kaybediyor ve elinde sadece şapkası ve ceketi kalıyor.
Bu olaylar yaşandıktan aylar sonra Larry bir kaldırım kenarında alkolden dolayı krize girmiş bir biçimde bulunuyor ve kısa bir süre sonra da hayatını kaybediyor. Bu hikaye bizlere bir efsanenin nasıl yalnızlaştığını ve sorunlarıyla bir başına kaldığını gösteriyor. Herkes ona efsane dese de aslında onlara göre kaçınılması gereken bir “çok konuşma makinesi”. Bu efsanenin bu şekilde hayata veda etmesi gerçekten çok üzücü ve bunun üzerine bir film yapılmasından ve Larry ile tanışmaktan dolayı çok memnunum.

Şimdi şöyle ki eğer ağzına kadar diyaloglarla dolu bir film izlemek istemiyorsanız bu filmden koşarak kaçın. Bugün filmi izlediğim Karaca Sineması‘nda yanımda oturan iki kız da film molaya girdiğinde bu yönteme başvurduğu için rahatça bu kaçış yöntemini önerebilirim. Eğer derin diyaloglarda kaybolmak ve bir efsanenin iç yüzünü görmek istiyorsanız bu film tam size göre. Her ne kadar size göre olduğunu söylesem de filmden beklentiniz çok da yüksek olmasın çünkü filmin çapı pek de büyük değil ve sadece bir barda geçiyor. Özel olarak sinemada izlemeniz gerektiğini söyleyemem. Ekranı karartmadığına emin olduğum bir salonda bile film pek de aydınlık değildi ve sinematik anlamda da derin bir film değil. Oldukça zarif ve sade olan bu film beklentilerimi karşılayamamış olsa da beni mutsuz etmedi. Sizler de eğer izleme niyetindeyseniz elinizi çabuk tutmanızı öneririm çünkü böyle filmlerin vizyon süresi pek de uzun sürmeyebiliyor. İzleyecek olanlara iyi seyirler diliyorum. Diğer yazılarımda görüşmek üzere!


Emeğinize sağlık paylaşımınız yön vermeye devam etsin.