Vampir edebiyatı ve sineması, çocukluğumdan beri hayal dünyamda her zaman özel bir yere sahip olmuştur. Efsanevi “Interview with the Vampire” (Vampirle Görüşme) filmi vizyona girdiğinde yaşım tutmadığı için sinemada izleyememiş, bu duruma epey üzülmüştüm. Ancak mahallemizde oturan ve korku kültürüne hakim bir abladan dinlediğim film özeti, zihnimde kendi sahnelerimi yaratmama vesile olmuştu. O günlerde hayalimde canlandırdığım bu karanlık evren, Anne Rice‘ı benim için vazgeçilmez bir yazar haline getirdi. Ülkemizde yayınlanmış tüm kitaplarını devirmiş bir okur olarak, Gotik edebiyatın bu kraliçesinden bahsetmemek olmazdı.

Anne Rice’ın Hayatı ve İlham Kaynakları
Asıl adı Howard Allen O’Brien olan Anne Rice, 4 Ocak 1941 tarihinde dünyaya gelmiştir. 1962 yılında şair ve ressam Stan Rice ile hayatını birleştiren yazar, 1988 yılına kadar eşiyle birlikte San Francisco’nun Bay Bölgesi’nde yaşamış ve üretmiştir. Her ikisi de San Francisco Kamu Üniversitesi mezunu olan çiftten Stan Rice, mezuniyetinin hemen ardından profesörlük unvanını almıştır.
Yazarın hayatındaki ve edebi kariyerindeki en büyük kırılma noktası ise şüphesiz 1972 yılında yaşanmıştır. Rice çifti, kızları Michele’i henüz 5. yaş gününü kutlayamadan lösemi nedeniyle kaybetmiştir. Bu trajik olay, Anne Rice’ın karanlık dünyasının kapılarını aralamış; Interview with the Vampire romanındaki o unutulmaz, sonsuza kadar çocuk kalmaya mahkum kıvırcık saçlı vampir “Claudia” karakterine ilham vermiştir. Çiftin 1978 yılında dünyaya gelen oğulları Christopher Rice ise aile için yeniden bir ışık kaynağı olmuştur. 2002 yılında eşi Stan Rice’ı beyin tümörü nedeniyle kaybeden yazar, ardında ölümsüz eserler bırakarak 2021 yılında aramızdan ayrılmıştır.
Anne Rice Romanlarının Atmosferi ve Gotik Evren

Anne Rice kitaplarının kalbi, kendisinin de uzun süre ikamet ettiği New Orleans‘ta atar. Şehrin farklı etnik kökenlerin etkisiyle şekillenen mistik ve efsanevi kültürel yapısı, romanların dokusuna derinden işlemiştir. Rice, şehri o kadar ustalıkla betimler ki, New Orleans sokaklarında hiç yürümemiş olsanız bile, o nemli havayı solur ve karanlık köşelere aşina olursunuz.
Okuyucu olarak kendimizi bazen Ortaçağ Roması’nın tekinsiz dehlizlerinde, bazen Paris’in arka sokaklarında sinsi bir vampir tarafından takip edilirken, bazen de San Francisco’daki bir rock konserinde Lestat‘ın müziğiyle hipnotize olurken buluruz. Mısır Mitolojisi’nden kara büyülere, cadılardan kadim tanrılara uzanan bu destansı maceralar, çözülmesi güç gizemlerle doludur. Anne Rice’ın anlatımı o kadar sürükleyicidir ki, sayfalar akıp giderken hikayenin bitmesini hiç istemeyiz.
Vampir Günlükleri serisi boyunca Lestat, Louis, Marius ve Armand gibi ikonik karakterler, farklı kitaplarda tekrar tekrar karşımıza çıkar. Bir kitabı bitirirken “Sanırım bu bir veda” diye düşünürken, bir sonraki ciltte o karakterle yeniden karşılaşmak, eski bir dostu görmüşçesine bizi mutlu eder. Rice’ın başarısının sırrı sadece Gotik kurguya olan hakimiyeti değil; aynı zamanda derin karakter tahlilleri, sağlam tarih bilgisi ve bir vampirin hem ne kadar şeytani hem de ne kadar büyüleyici olabileceğini gösteren o ince çizgiyi koruyabilmesidir.
Türkiye’de Yayınlanan Başlıca Eserleri
Yazarın Türkçeye çevrilmiş ve okurlarla buluşmuş başlıca eserleri şunlardır:
- Vampirle Görüşme (Interview with the Vampire)
- Vampir Lestat (The Vampire Lestat)
- Lanetliler Kraliçesi (The Queen of the Damned)
- Beden Hırsızı (The Tale of the Body Thief)
- Şeytanla Dans (Memnoch the Devil)
- Vampir Armand (The Vampire Armand)
- Merrick
- Kan ve Altın (Blood and Gold)
- Pandora
- Vampir Vittorio
Beyaz Perde ve Ekran Uyarlamaları
Bu geniş külliyat içerisinden sinemaya uyarlanan yapımlar her zaman büyük ses getirmiştir. İlki 1994 yılında çekilen ve adeta bir yıldızlar geçidi olan “Interview with the Vampire” filmidir. Brad Pitt, Tom Cruise ve Antonio Banderas‘ın başrolleri paylaştığı bu yapım, vampir sinemasının kültleri arasında yerini almıştır. 2002 yılında vizyona giren “Queen of the Damned” ise Stuart Townsend ve Aaliyah’lı kadrosuna ve başarılı müziklerine rağmen, ilk filmin gölgesinde kalarak hayranları ikiye bölmüştür.
Yıllar içerisinde Vampir Günlükleri serisinin yayın hakları el değiştirmiş ve çeşitli stüdyolar tarafından dizi veya film projeleri gündeme gelmiştir. Okuyucuların en büyük temennisi, her yeni uyarlamada kitapların orijinal dokusuna ve karakter derinliğine sadık kalınmasıdır. Zira bu evren, yüzeysel bir korku hikayesinden çok daha fazlasını barındırır.
Yazımızı, serinin en karizmatik karakterlerinden birinin sözleriyle bitirelim:
“Söylenecek ne kaldı ki zaten? Hikaye anlatıldı ve bitti.”
(Lestat de Lioncourt – New Orleans, 1991)


Yorum (0)