King Kong’un 1976 versiyonu, sinema tarihinin en “iyi niyetli ama kimlik bunalımı yaşayan” yeniden çevrimlerinden biri olarak öne çıkıyor. Film, 1933 yapımının teknik vitrin mantığını alıp; 70’lerin paranoyası, petrol krizleri ve şirket açgözlülüğü ile harmanlamaya çalışıyor. Ancak ortaya ne söylediği tam belli olmayan, yer yer iddialı ama çoğu zaman odağını kaybeden bir yapım çıkıyor. İlginç bir şekilde, 1933 versiyonuna göre daha “entelektüel” görünmeye çalışsa da, hikaye anlatımındaki tutarsızlıklar nedeniyle seyirciyi ikna etmekte zorlanıyor.

1970’lerin Ruhu: Maceradan Kurumsal Hırsa Geçiş
1976 yapımı Kong’u analiz edebilmek için dönemin ruhunu doğru okumak gerekir. Bu film; Vietnam Savaşı sonrası Amerika’nın, enerji kriziyle boğuşan şirketlerin ve “Doğa mı, sermaye mi?” tartışmasının bir ürünüdür. Film açıkça şunu vurgular: İnsanoğlu artık sadece meraklı bir kaşif değil, kurumsal olarak tehlikeli bir güçtür.
Hikayede artık romantik maceracılar yok; petrol şirketleri ve “kaynak bulma” hırsı var. Bu açıdan bakıldığında film, 1933’e kıyasla daha politik ve bilinçli bir zemine oturuyor. Ancak sorun şu ki, film bu fikri disiplinli bir şekilde işleyemiyor. Tema var ama odak yok; eleştiri var ama tutarlılık eksik.
Rick Baker Etkisi: Daha Duygusal Ama Hâlâ Belirsiz Bir Kong
Bu versiyonun şüphesiz en büyük artısı, Kong’un artık sadece bağıran bir özel efekt olmaktan çıkmasıdır. Efsanevi makyaj sanatçısı Rick Baker’ın tasarımı ve kostümü sayesinde Kong; bir beden diline, ağırlığa ve en önemlisi bir duyguya kavuşuyor. Özellikle Jessica Lange’in canlandırdığı Dwan karakteriyle olan sahnelerde; Kong’un yalnızlığı, kafa karışıklığı ve sahiplenme hissi çok daha net okunabiliyor.
Yine de şu gerçeği not düşmek gerekir: Kong hâlâ tam bir karakter derinliğine ulaşamıyor. Motivasyonu bulanık kalmaya devam ediyor:
- Yalnızlık mı çekiyor?
- Aşık mı oluyor?
- Yoksa sadece içgüdüsel mi davranıyor?
Film bu soruların hepsine aynı anda cevap vermeye çalışırken hiçbirini netleştiremiyor. 1933’e göre bir seviye atlama söz konusu olsa da, “karakter derinliği” denilen noktaya tam erişilemiyor.

Bilinçli Aptallık: Keşfetme Değil, Pazarlama Çağı
Bu filmdeki insan karakterler hatalı kararlar veriyor olabilir, ancak bu kez “bilinçli” bir aptallık söz konusu. Petrol şirketi ekibi, Kong’u gördüğü anda bilimsel bir merak yerine “Bunu pazarlayabilir miyiz?” sorusuna odaklanıyor. Onu zincirleme, sergileme ve New York’a getirme kararı, net bir kurumsal şiddet örneği olarak sunuluyor.
Filmin en güçlü yanı belki de bu eleştiridir. Kong’un medeniyete getirilmesi artık bir “macera” değil, düpedüz bir sömürü hikayesidir. Ancak film, aksiyon ve kaos dozunu artırdıkça bu güçlü söylem geri planda kalıyor ve eleştiri, gürültünün içinde kayboluyor.
Mekanların Dili: Kafatası Adası ve İkiz Kuleler
Skull Island (Kafatası Adası) meselesi ne yazık ki 1976’da da tam anlamıyla çözülemiyor. Ada hâlâ sadece egzotik bir fon ve “öteki” olarak kalıyor. Yerel halk geri planda tutulsa da, ada ruhsuz bir mekana dönüşmüş durumda. Kong’un bu ekosisteme neden ait olduğu veya adanın doğası yine derinlemesine işlenmiyor.
Öte yandan, filmin asıl kimliğini bulduğu yer New York oluyor. Orijinaldeki Empire State Binası yerine finalde Dünya Ticaret Merkezi’nin (İkiz Kuleler) seçilmesi, döneme atılmış çok net bir imzadır. Kong’un iki kule arasında, modernliğin ve sermayenin tam ortasında sıkışıp kalması çok güçlü bir imgedir. Ancak yine aynı sorun baş gösteriyor: İmge güçlü olsa da duygu zayıf kalıyor. Kong vurulup düştüğünde bir trajedi yaşanıyor gibi görünse de, karakterle yeterince bağ kurulamadığı için bu sahne kalbe tam olarak işlemiyor.
Jessica Lange ve “Dwan” Karakteri
Jessica Lange, bu film için hem büyük bir avantaj hem de bir problem. Kamera onu seviyor, ışık onu seviyor; ancak senaryo karakterine ihanet ediyor. Dwan karakteri, sürekli “masumiyeti” oynamak zorunda bırakılan, çığlık atan bir figüre indirgeniyor. Güçlü bir kadın karakter olma potansiyeli taşısa da senaryo bunu tercih etmiyor ve onu, tıpkı Ann Darrow gibi sadece bir sembol olarak kullanıyor.
Sonuç: Ton Problemi ve Yarım Kalmış Bir Potansiyel
1976 yapımı King Kong’un en büyük handikabı, ne olmak istediğine karar verememesidir. Film sürekli üç farklı tür arasında gidip gelir:
- Sert bir kapitalizm eleştirisi (Politik)
- İmkansız bir aşk hikayesi (Romantik)
- Kaotik bir canavar filmi (Felaket)
Sonuç olarak, 1933’ün “saf aksiyon” kafasından daha ileride olsa da, cesaretsiz bir yapım olarak kalıyor. Kong’a ruh vermeye, insanları suçlu göstermeye ve dönemin politik havasını yansıtmaya çalışıyor ama parçaları birleştiremiyor.
Tarihte ilginç bir ara durak olan bu film; ne bir efsane ne de bir rezalettir. Bize şunu hatırlatır: Kong’u gerçekten güçlü yapmak istiyorsanız, onu sadece “büyük” değil, aynı zamanda “anlamlı” kılmanız gerekir. 1976 bunu dener, ancak tamamlayamaz.


Yorum (0)