Popüler kültür evrenlerinde dolaşmayı sevenler, özellikle de bilim kurgunun derinliklerine dalanlar için bazı yapımlar sadece birer dizi ya da film olmanın ötesine geçer. Onlar, zihnimizde yeni sorular uyandıran, evrenler arası olası bağlantılarla bizleri heyecanlandıran gizemli kapılar gibidir. İşte bu kapılardan ikisi, “Battlestar Galactica” ve “Blade Runner”, yıllardır süregelen bir tartışmanın, daha doğrusu büyüleyici bir teorinin merkezinde yer alıyor.
“Bütün bunlar daha önce yaşandı ve yine yaşanacak.” Bu cümle, “Battlestar Galactica”nın kalbinde yatan, insanlık ile yarattıkları sentetik makineler olan Cylonlar arasındaki döngüsel çatışmayı özetleyen ikonik bir kehanet adeta. Dizinin evreninde, yaşamın kökenleri Kobol gezegenine dayanıyor ve gizemlerle dolu bu ilk yuva, zamanla unutulmuş bir efsaneye dönüşüyor. İnsanlar oradan ayrılıp 12 gezegeni kolonileştiriyor, kendi uygarlıklarını kuruyor ve kaçınılmaz olarak kendi Cylonlarını yaratıyorlar. Ve sonra, her şey nükleer bir ateşle yok oluyor. Hayatta kalanlar, “Battlestar Galactica” komutasındaki bir filo ile efsanevi 13. kabileye ev sahipliği yapan Dünya’yı arıyor. Dördüncü sezonun “Revelations” bölümünde filonun ulaştığı Dünya’da ise acı bir gerçekle yüzleşiyoruz: Oradaki insanlar da çoktan kendi yarattıkları Cylonlar yüzünden kendilerini yok etmişlerdi.
Peki ya bu döngü, bildiğimizden çok daha geniş bir evreni kapsıyorsa? İşte tam da bu noktada, her iki efsanevi yapımda da rol almış bir isim, Edward James Olmos, ortaya attığı teoriyle bizleri bambaşka bir düşünceye sevk ediyor. “Battlestar Galactica”da Komutan William Adama rolüyle hafızalarımıza kazınan Olmos, daha önce insan-makine çatışmasının en bilinen örneklerinden biri olan “Blade Runner”da da Dedektif Eduardo Gaff karakterini canlandırmıştı. Hatta “Blade Runner”ın yönetmeni Ridley Scott, kendi filmini bir bilim kurgu olarak görmese de, Olmos için bu bağlantı göz ardı edilemezdi.
Olmos, yarı şaka yarı ciddi bir şekilde, “Blade Runner” ve “Battlestar Galactica”nın aynı evreni paylaştığını öne sürdü. Bu nasıl mümkün olabilir? Hatırlarsanız, “Battlestar Galactica”nın final bölümü “Daybreak”, dizinin hikayesinin aslında 150 bin yıl önce geçtiğini ortaya koyuyordu. Filo, 13. kabilenin anısına “Dünya” adını verdikleri bir gezegeni kolonileştiriyor ve bizim uygarlığımızın temellerini atıyordu. “Daybreak”in son sahnesi ise günümüzde geçiyordu: Robotikteki ilerlemeleri gösteren bir montaj, döngünün bir kez daha tekrarlanacağına dair ürkütücü bir ipucu veriyordu. Olmos, 2009’da AMC’ye verdiği bir röportajda, finalin yayınlanmasından aylar sonra, adeta keyifli bir şaşkınlıkla şunları söylemişti: “Son sahneyi gördüğünüzde, birkaç yıl sonrasına ‘Blade Runner’ı eklemeniz yeterli ve işte size eksiksiz bir hikaye!” Olmos hatta kendi teorisini daha da ileri götürerek, “Blade Runner”daki karakteri LAPD Dedektifi Eduardo Gaff’ın, Adama’nın (çok) uzak bir torunu olabileceğini de dile getirmişti.

Cylonlar ve Replicantlar: Bir Kan Bağı mı, Yoksa Kader Ortaklığı mı?
Marvel’ın “House of X”/”Powers of X” çizgi romanından Jonathan Hickman, Pepe Larraz ve R.B. Silva’nın dediği gibi: “Yapay zeka ateş gibidir. Bir buluş değil, bir keşiftir.” “Battlestar Galactica” evreninde de durum tam olarak böyle. Ne zaman yeni bir insan uygarlığı yükselse, yaşam yaratarak kendini yok ediyor ve döngü tekrarlanıyor. İşte bu noktada, “Blade Runner”ın Replicantları ile “Battlactica Galactica”nın Cylonları arasındaki çarpıcı benzerlikler dikkat çekiyor.
“Blade Runner”, iklim değişikliği ve kentleşmenin doğal dünyayı mahvettiği kasvetli bir distopyayı tasvir eder. Philip K. Dick’in orijinal romanı “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?”, bu gelecekte hayvanların ne kadar değerli birer meta olduğunu uzun uzadıya anlatır. İnsanlar, “uzay kolonilerinde” daha iyi bir yaşam hayaliyle Dünya’yı terk ederken, bu kolonilerde köle işgücü olarak kullanılan Replicantlar, yani organik androidler de yaşamaktadır. İsyanı caydırmak için kısa ömürlü yaratılan bu Replicantlar, Roy Batty (Rutger Hauer) liderliğinde Dünya’ya kaçar ve yaratıcıları Eldon Tyrell’dan (Joe Turkel) ömürlerinin uzatılmasını talep ederler.
Eğer “Battlestar Galactica”yı “Blade Runner”ın bir ön bölümü olarak izlerseniz, Tyrell’ın, Cylon yaratıcısı Daniel Graystone’un (“Battlestar Galactica” ön bölümü “Caprica”da Eric Stoltz tarafından canlandırıldı) hatalarını tekrarladığını görebilirsiniz. Bu iki hikayeyi birbirine bağlamak sadece eğlenceli bir fikir değil, aynı zamanda oldukça da uygun bir düşünce. Çünkü “Battlestar Galactica”, “Blade Runner”dan sadece Edward James Olmos’u kadrosuna katarak değil, genel atmosfer ve temalar açısından da epey etkilenmişti.
Peki, “Battlestar Galactica neden insan görünümlü Cylonlar kullandı?” diye merak edenler için de ilginç bir detay var. 1978 yapımı orijinal “Battlestar Galactica”da Cylonlar uzaylı istilacılarıydı; krom kaplı Stormtrooper’lara benziyor ve bilgisayar gibi konuşuyorlardı. Ancak yeniden tasarlanan “Galactica”da Cylonlar insanlar tarafından yaratılmış ve tıpkı insanlar gibi görünüyorlardı. Dizinin ortak yaratıcısı Ronald D. Moore’un ifadesiyle, insan görünümlü Cylonlar aslında başlangıçta bütçe tasarrufu sağlayan bir hamleydi. Moore, 2013’teki bir Comic-Con’da hem pratik Cylon kostümlerinin hem de CGI maliyetlerinin dizi için çok kısıtlayıcı olacağını anlatmıştı. Zaten Cylon Centurion’larının, CGI ile yaratıldıkları için “Galactica” boyunca ancak ara sıra göründüğünü de fark etmişizdir.

Battlestar Galactica: Bir Uzay Operası Olarak Blade Runner
Ronald D. Moore’un kendi sözleriyle:
“Birisi ‘Neden ‘Blade Runner’ yolunu seçip [Cylonları] insan gibi göstermiyorsunuz?’ dedi. İlk tepkim ‘Bu çok saçma’ oldu. Ama sonra düşündüm. Eğer onlar insan gibi görünüyorsa ve eskiden robot gibi görünüyorlarsa, bu ne anlama gelir? Robotlar kendilerini insan gibi evrimleştirmeye karar verdiler. Bir robot neden böyle bir şeye karar versin ki?”
Moore’un bu soruya bulduğu cevaplar, hikayeye inanılmaz bir derinlik kattı. Moore’a göre Cylonlar da biz insanlar gibi hayatın anlamı gibi büyük sorularla meşgullerdi. Yaratıcılarını daha iyi anlamak için insan formunu almışlardı. (Bu aynı zamanda seyircinin insan görünümlü androidlerle empati kurmasını da kolaylaştırdı, ki bu da “Battlestar Galactica”nın dramasına, komik robot kostümleri içindeki oyunculardan alamayacağınız bir ağırlık kattı.)
Moore, “Battlestar Galactica” dizisinin temel kitabında şöyle yazmıştı: “Batı insanı kendisini Tanrı’nın suretinde yaratılmış olduğuna inandığı gibi, Cylonlar da kendilerini kendi yaratıcılarının suretine göre şekillendirdiler.” Cylonlar da tek bir Tanrı’ya inanıyor ve insanların çoktanrıcılığını düzensiz buluyorlardı. Çoğu genç insan gibi, evrimleşmiş insansı Cylonlar da inatla tüm cevaplara sahip olduklarını düşünüyor ve yaşlılarına karşı kin besliyorlardı.
Yaratıcılarına başkaldıran ve anlam arayan organik androidler olarak, yeniden tasavvur edilen Cylonlar, klasik Cylonlar ve Replicantların bir karışımı gibi hissettiriyordu. “Prometheus” ve “Alien: Covenant” filmlerinde Ridley Scott, asi bir android olan David’in (Michael Fassbender) hikayesini anlatarak bu temaya geri döndü. David, Cylonları da harekete geçiren retorik bir soru sorar: “Hepimiz ebeveynlerimizin ölmesini istemez miyiz?”
Peki, “William Adama ve Gaff akraba mı?” ya da “Blade Runner ve Battlestar Galactica aynı evrende mi geçiyor?” gibi soruların kesin bir cevabı olmasa da, Edward James Olmos’un bu teorisi, her iki serinin hayranları için de oldukça keyifli bir düşünce deneyi sunuyor. Ridley Scott’ın “Blade Runner”ı bilim kurgu olarak görmediği o ilginç detayı da unutmayalım. “Blade Runner”ı insan/Cylon savaşının bir sonraki döngüsü olarak okumasanız bile, şüphesiz “Battlestar Galactica”ya giden hikaye anlatımının soy ağacının önemli bir parçası olduğu aşikar.

Kaynak: SlashFilm


Yorum (0)