THE BELIEVER (2001) Film İncelemesi | “Ryan Gosling’i Nasıl İkna Ettiniz?”

THE BELIEVER (2001) Film İncelemesi | “Ryan Gosling’i Nasıl İkna Ettiniz?”

Alpcan Dönmez tarafından ·
Kasım 14, 2025

Yönetmen Henry Bean, American History X izlerken çok etkilenmiş olmalı ki, hemen telefon rehberinden genç Ryan Gosling’i arayıp, “Merhaba Ryan, Edward Norton gibi Neo-Nazi bir karakteri canlandırmak ister misin?” diye sorup detayları yüz yüze görüşmek istemiştir. Film incelemesine geçmeden önce, bu filmin tüm o klişelerden belli bir seviyede sıyrıldığını ve hatta bir noktada ‘Gerçekten bunu yapıyor olabilirler mi?’ diye düşündürttüğünü söylemeliyim. – İnceleme SPOILER İÇERMEKTEDİR –

Film, Daniel (Danny) Balint adında Neo-Nazi bir genci anlatıyor. İlk başta gerilim dolu bir tren sahnesiyle başlıyoruz. Danny, tren istasyonunda kipa takmış birini görüp onu rahatsız etmek için elinden gelen her şeyi yapıyor (ayaklarına basmak, elindeki kitabı okumasına engel olmak) ve sonunda amacına ulaşıp o kişiyi trenden indiriyor. İzleyici olarak tam “Daha kötüsünü bekliyordum.” diye düşünürken, Danny de aniden trenden iniyor ve bu sefer kipa takan genci takip edip bulduğu ilk tenhada pataklıyor. Pataklarken aynı zamanda Tevrat’tan alıntılar yapıyor ve her seferinde şiddetin dozunu daha da artırıyordu.

Ardından faşistlerin gizli toplantılarına katılmaya başlıyor ve oradakilerin Yahudilik hakkında bilmediği şeyleri söyleyerek herkesi şaşırtıyordu. Toplantılarda konu ne olursa olsun (ekonomi, dil, din, ırk), Danny konuyu bir şekilde Yahudi nefretine getiriyor ve kendi faşist düşüncesini tamamen bunun üzerine kuruyordu. Çevresindeki herkesin merak ettiği soru ise şuydu: Danny, Yahudiler hakkında nasıl bu kadar bilgi sahibi olabiliyordu? Çünkü Danny’nin kendisi de Yahudiydi.

Nefret Ettiğin Şeyi Gerçekten Yok Edebilmen İçin Onu En Az Onun Kadar İyi Tanımalısın

Danny’nin çocukluğuna indiğimizde, onu sürekli Talmud dersindeki öğretmeniyle tartışırken görüyoruz. Sınıftaki diğer öğrencilerin tepkisinden de anlaşılacağı üzere, Danny bunu her zaman yapıyordu. Ayetlerde sürekli bir çelişki arıyor, öğretmenini sorularla sıkıştırıyor ve özellikle İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmeye götürmesi hakkında şiddetli tartışmalara giriyordu. Bu tartışmaların sonunda beklenen sonuç gerçekleşiyor: öğretmeni onu sınıftan kovuyor ve başka bir sınıfa gitmesini istiyor. Danny ise o anda arkasına bile bakmadan koşarak sınıftan uzaklaşıyordu.

Ama Danny’nin kaçışı farklı bir kaçıştı. Dine küsmemişti, tüm kitaplarını bırakmamıştı ve daha da önemlisi bilgilerini bir kenara atıp zihninden silinmesine izin vermemişti. Araştırmaya devam etmiş, nefretini diri tutmuştu. Spor yaparken, yemek yerken sürekli drasha (Şabat veya bayramlarda verilen kısa vaaz/dini açıklama) dinliyordu.

Filmin ortalarında Neo-Nazi arkadaşlarıyla bir sinagoga girdiklerinde, herkes ortalığı dağıtırken ve kimse neyin ne olduğunu bilmezken, Danny her şeyin farkındaydı. Film boyunca yanında olan, onunla birlikte sayısız faşist kavgaya giren arkadaşlarına tek bir eleştirisi vardı: “Siz Yahudilik hakkında ne bilirsiniz ki?” Danny’nin gözünde diğer faşistlerin bilgisi yetersizdi; kendisini bu konuda üstün görüyordu. Hatta Neo-Nazi liderleri, ondan Yahudilik üzerine bir konuşma yapmasını bile istemişlerdi.

Ama Danny’nin atladığı bir şey vardı: Faşizm, onun gözünde tamamen Yahudi nefretine indirgenmişti. Bu durumu fazlasıyla kişiselleştirmişti.

Değiştiremeyeceğin Bir Şeyin Öfkesi

Neo-Nazilerin arasında sahip olduğu bilgiler nedeniyle fark edilmesi son derece kolay olan Danny’e bir gün telefon gelir ve faşist bir muhabir, onu röportaj için yanına çağırır. Danny de haliyle heyecanlanır; sonuçta bunca bildiği şey artık bir makale konusu olabilir, kendi anti-semitik düşünceleri New York Times’ta bile yer bulabilirdi.

Ve izleyicinin yeniden ters köşe olduğu ana geliyoruz: Filmin başından beri Yahudilik hakkında geniş bir bilgiye sahip olan Danny, konu makaleye gelince yalnızca hakaretler yağdırır. Sıfır bilgi, saf nefret ve iğrenç benzetmelerle öyle konuşur ki, etrafındaki insanlar bile rahatsız olur. Muhabir ise şaşkın bir şekilde —böyle bir röportajı asla yayımlayamayacağını bilerek— Danny’nin öfke kusmasının bitmesini bekler.

Tabii karşısındaki bir muhabirdir; Danny hakkında önceden araştırma yapmış, onun geçmişine dair bazı gerçekleri öğrenmiştir. Doğru anı yakaladığında, Danny’nin Yeshiva’ya (Yahudi dini okuluna) gittiğini ve bunu güvenilir kaynaklardan doğruladığını söyler. Bu sözleri duyar duymaz Danny’nin tepkisi tek bir şey olur: öfke patlaması. Kökenlerini ve geçmişini değiştiremeyeceğini yüzüne vuran bu bilgi, Danny’yi delirtir. Muhabirin “Sen Yahudisin.” demesi, onu öylesine sinirlendirir ki belindeki silahı çıkarıp muhabirin ağzına dayaması neredeyse refleks gibi gerçekleşir.

Elbette sorun yalnızca dışarıda değildir; Danny’nin kendi düşünceleri evinde bile hoş karşılanmamaktadır. Babası ondan nefret eder, kardeşi ise Danny’nin giydiği gamalı haçlı tişörte bakıp “Abi, böyle bir şey giyilir mi?” diyerek onu uyarır.

Eski Yahudi arkadaşlarıyla bir kitapçıda karşılaşıp sinagoga davet aldıktan sonra Danny oraya gider ve tahmin edeceğiniz gibi herkese karşı çıkar. Öfkesi onu, arkadaşlarını ve büyüklerini bile karşısına alacak kadar körleştirmiştir.

İdeolojiyi Bırakmak, Kendini Bulmak

Film boyunca Danny bazı iç çatışmalar yaşıyor elbette; insanın olduğu şeyden nefret etmesi kolay değil. Bunu kız arkadaşı (?) Carla ile olan ilişkisinde açıkça görüyoruz. Önceki paragraflarda belirttiğim gibi, Danny’nin diğer Neo-Nazilerde göremediği şey Yahudi nefretinin temeli, yani “neden” sorusuydu. Karşısındaki kişiler Yahudilerden sebepsiz yere nefret ediyordu ve bu durum Danny’yi çıldırtıyordu. Carla ise bu konuda onu tamamen şaşırttı; o gerçekten öğrenmek istiyordu. Ama bu basit bir merak değildi: İbranice öğrendi, metinleri yorumladı, hatta Danny ile yemek yerken Şabat mumunu yaktı. Bununla da yetinmeyip Danny ile sinagoga giderek ayinlere katıldı.

Aslında işin garip tarafı, Carla’nın ne Neo-Nazi ne de faşist olmasıydı. Sadece meraklıydı. Yahudilere nefretle yaklaşmamış, aksine anlamaya çalışmıştı. Belki de Danny’nin ihtiyacı olan şey buydu: nefretten uzak bir bakış. Tabii artık bazı şeyler için çok geçti. Danny Yahudilere karşı yumuşadığını fark ettikçe daha ağır şeyler yapmaya karar verdi. Önce başarısız bir silahlı saldırı denemesi, ardından başarısız bir saatli bomba girişimi, ve son olarak —maalesef— başarılı bir saatli bomba saldırısı planı…

Danny’nin fikrinin değişmesinde yalnızca Carla etkili olmadı; Miriam’ı da unutmamak gerek. Kitapçıdaki karşılaşmalarından beri Danny’e mesafeli davranan Miriam, arkadaşının durumunun farkındaydı. Diğer Yahudi arkadaşlarının aksine, bir şekilde Danny’i ikna etmeye çalışıyor, Neo-Nazi düşüncelerine son vermesi için uğraşıyordu. “Yahudi mi öldürmek istiyorsun? Beni de mi öldüreceksin?” diye sorduğunda, zaten karmakarışık olan Danny tamamen sarsıldı.

Ve o ‘başarılı’ saatli bomba saldırısını durdurabilecek tek kişi yine oydu. İnsanlar sinagogda ibadet ederken Danny panikle herkesi dışarı çıkarmaya çalıştı. Sonunda bağıra bağıra ortada saatli bomba olduğunu söyledi; üstelik bu planın kendisine ait olduğunu da itiraf etti. Herkesi dışarı çıkardıktan sonra artık geri dönüşü yoktu. İşlediği günahların ve yaşadığı travmaların ağırlığıyla bomba patlamadan saniyeler önce yüzleşti. Ve film, Telmud dersinden kaçan o küçük Danny’i bir kez daha karşımıza çıkarıyor: bu kez kaçmıyor, sınıfına geri dönmek istiyor. Merdivenlerden çıkmaya çabaladıkça sınıfın kapısına hiç ulaşamaması ise hikâyenin en acı gerçeğini yüzüne vuruyor…

Alpcan Dönmez

Alpcan Dönmez

Kullanıcı kendisi hakkında bir açıklama yazmamış.

Yorum (1)