The Evil Within: Şeytan Böyle Olacaksa, Onunlayım! | Oyun İncelemesi

the-evil-within

Acımasız korku-hayatta kalma oyunları severler, merhaba. Bu haftaki konuğumuz, pek bir kanlı, pek bir tatlı (ne?) oyun olan The Evil Within. Eski tarzda, sinirleri zıplatan ve amacına ulaştığına inandığım esere bir bakalım. Bakalım siz de benim gibi aşka düşecek misiniz?

Sıradan Bir Suçla Başlamıştı Her Şey…

Oyunun başlangıcında, Dedektif Sebastian Castellanos’u, 3. şahıs açısından görmekteyiz. Partnerleriyle beraber aldığı bir cinayet (aslında toplu katliam ama hemen sizleri korkutmayayım dedim) çağrısı nedeni ile olay yerine gidiyorlar. İlk başta etrafa saçılmış kanlı cesetleri görmeye başlıyoruz. Ancak tek gördüğümüz bunlar olmuyor. Yakışıklı dedektifimizin gözleri kararırken bizim için macera daha doğrusu hayatta kalma sınavları başlamış oluyor…

Oyunun ilk anından itibaren ellerimiz klavyeye yapışıyor. Çünkü geçtiğimiz karanlık ve çarpık mekanlarda, tehlikenin nereden geleceği pek belli olmuyor. Özellikle bir düşmanı tuzağa çekip beklerken, bazen tuzağa düşen biz olabiliyoruz. Madem karanlık güçlerden bahsettim, oradan devam edeyim.

Başıboş Yaratıkların Aslında Başıboş Olmamaları

The Evil Within için en başarılı olduğu noktalardan biri, kesinlikle düşmanları. Öncelikle korkunçlar. Bu kadar basit ve bu kadar gerçek. Yani elimde silah, ateş ede ede gittim, kafalarını kestim şeklinde bir oyun yapısı yok karşımızda. Karşımızdaki iğrenç varlık, ellerine geçirdikleri her şeyi liğme liğme etmek isteyen, korkusuz ve acımasız varlıklar. Bu nedenle hayatta kalmamızın anahtarı akıllıca hareket etmek, sessiz ilerlemek ve belki her gördüğümüz belaya bulaşmamak. Düşmanların sesten ve görselden takip edebildiklerini de hemen şuraya iliştirivereyim.

Kardeşim bana da yarım kilo…abi İNSAN MI O?

Tango Gameworks tarafından gelen oyun, canavarları ile oyuncuya kan kustururken, pastanın son katını da bölüm sonu canavarları ile tamamlıyor. Bölüm içlerinde ve bölüm sonlarındaki rakiplerimiz, oyunda ilerledikçe farklılaşıyorlar. Bir noktada kendimi, tanıdığım canavarlara karşı nasıl strateji yapacağımı, ekipmanımı kontrol eder halde buldum. Hayatta kalmak beni güçlü kılmıştı, biraz cesaretle doğru hareketlerde bulunabilirdim. Hiç tanımadıklarıma da nasıl yaklaşmam gerektiğini anlamıştım. Oyun, yaratıklarıyla bana bunu gerçekten verdi. Bence size de verir. Bir oynasanız mı?

Canavarlara Karşı Elimizde Ne Var ?

Olan şeylerden önce olmayanlardan bahsedeyim. Mesela cephane yok. Rakiplerde kesinlikle acıma yok. Ama daha çok ekipmandan bahsedeyim.

Silah seçeneklerimiz gayet tatmin edici. Modern silahlardan, daha eski tür silahlara kadar opsiyonlarımız mevcut. Modern derken aklınızda ultra modern, akıllı silahlar gelmesin. Tüfek, sniper gibi silahları ilerledikçe alıyoruz. Yumruklarımız her zaman bizimle (çok işlevli olmasa da hiç yoktan iyidir) Bu silahları geliştiremesek de kendimize cephane yapabiliyoruz. Peki yapmasak olmaz mı? Hayır.

Kurşunumuz Yoksa Osmanlı Tokadı Var (Hayır yok)

Oyunda öyle güzel bir cephane sistemi var ki, sevgililer gününde oyuna hediye almak istiyorum oyuna. İlk olarak cephanemiz kesinlikle çok az. Oyunda oldukça bulmamıza rağmen dedektifimiz fazlasını taşıyamıyor.

Hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama bir çok oyunda çılgınca envanterimiz vardır. Kilolarca eşya taşırız, savaşın ortasında durdururuz, eşyalar içinde kayboluruz ama sonunda istediğimizi bulur mutlu mesut hayatımıza devam ederiz. Peki The Evil Within bu oyunlardan biri mi? Kesinlikle hayır?

5c965696dfd56bb4e7dfdcda486daf8e5997e1fefa386ce64c993559fc4909b6_product_card_v2_mobile_slider_639
Çok hızlıca kapıyı kapatsam acaba yırtar mıyım?

Sebastian’ın bütün silahlarının cephanesi belli. Örnek vereyim, tabancamız üstümüzde 10 kurşun içinde de 6 kurşun tutuyor. Hepsi bu kadar. Daha fazlasını taşıyamıyoruz. Tabanca yine iyi, pompalı gibi daha büyük silahlarımıza kurşunlarımız daha az oluyor. Tam bu nedenle ıskalamak ya da herhangi bir şekilde cephanemizi boşuna harcamak gibi lükslerimiz yok. İşte bu kısmın böyle yapılması, oyunu zorlaştırıyor ve hayatta kalma unsurlarını kesinlikle keskinleştiriyor. Başta dediğim “ölümüne ateş ederek ilerlemek yok” tam burası.

Cephane Az Zeka Çok Olmalı (Evet, Yine Öldüm)

Bethesda Softworks yayımcılığı ile bizlere gelmiş olan oyunda zekice davranmak bir zorunluluk. Sessiz hareket etmek, tuzak kurmak, rakiplerimizi teker teker öldürmek çok önemli. Eğer böyle şeylerden zevk alıyorsanız kesinlikle tatmin olacağınızı düşünüyorum.

Akıllıca savaşılması gereken başka bir yer ise bölüm sonu canavarları. Hepsi de kendilerine özgü varlıklar. Farklı taktiklerle baş edilmesi zorunlu olan varlıklar. Bu da kesinlikle oyuna heyecan katan şeylerden biri. Sadece ateş edip gelen saldırılardan kaçmak gibi bir durumumuz olmuyor. Oyunun kesinlikle en başarılı bulduğum kısımlarından.

Manzaraya Dalarsan Sana Dalarlar

Grafik bazında Resident Evil (yeni olanlar) benzeri diyebiliriz. Ama estetik ama güzel. Sadece ışıkların, gölgelerin bizleri korkutmasından bahsetmiyorum. Yaratıkların güzel çizimleri mi dersin, yapıların ayrıntılı oluşumları mı dersin, her şey gerçekten çok gerçekçi ve güzel. Ek olarak görsellerimiz senaryoyu da o kadar iyi yansıtmış ki…kendimi zor tutuyorum öpmemek için. Save aldığımız yerden, cutseen’lerin bolluğu ve anlamlarına kadar kesinlikle tutturulmuş. hangi otlara saklanabileceğimizi bilmek, görsel olarak neyin arkasında olup avantajlı olacağımızı anlamak gibi artılarımız da var.

Sesleri Duyuyor Musun? Çünkü Duysan İyi Olur…

Korku oyunları, filmleri bize ne söyler? (En azından başarılı olanlar) Hayatta kalmanın anahtarlarından biri de dinlemek ve duyulmamaktır. Aktif olarak sessiz hareket etmek kesinlikle avantajlımıza olacaktır. Çünkü düşmanlar sese gelebiliyorlar. Aynı şekilde biz de onları duyabiliyoruz. Oyunun genel seslerine gelecek olursak…

Gayet başarılı. Aksiyon müzikleri girdiğinde, kanımız hızlanıyor. Onun dışında ise baya gergin ortamlarda gergin müziklerimiz mevcut. Seslendirme de nefis olmuş. Karakterlerin sesler cuk oturmuş. Ama asıl başarılı olan kısım bu değil…

The Evil Within, müzikleri oldukça garip. Garip derken…sanırım biraz delirtici. İnsanları paranoyaklığa sürüklemeye başlıyor bir süre sonra. Onlardan birini sesini mi duydum? Az önce şuradan bir kırılma sesi mi geldi? Hayır hayır birden fazlasının sesini duymadım…

Özetle seslendirme ve müzik güzel ama en önemlisi direkt olarak oynanışa etkisi büyük…

Devam Etmezsen Herkes Ölür

Oyunun belki de (benim için değil, umarım sizin için de değildir) tek eksisi biraz zor olması. Zor dediğim kısım on yaratığın üstünüze atlaması değil (bazen o da var) asıl zor kısım senaryoyu iyi takip edip, her dövüşte ne yapacağımızı hızlıca bulmak ve hayatta kalmak. Günümüz oyunlarında çılgınca verilen ipuçları “bak oyuncu şuraya git, şuraya vur, aferin kazandın.” şeklinde bir tutum asla yok. Oyun, neredeyse ne yapacağımıza dair, daha doğrusu nasıl yapacağımıza dair hiçbir ip ucu vermiyor. Evet söylenen bir nokta var, oraya gitmemiz gerekiyor ama nasıl? Aslında o da oyuncuya kalmış. Çoğu zaman birkaç farklı yönden, hedefimize ilerleyebiliyoruz. Tüm bu durum (zorluk seviyesi sıkıntılı gelmezse) oynanabilirliği benim gözümde arttırıyor. Çünkü ben zor bir oyunda hayatta kalma hissini almamaya çalışıyorum. Ve gerçekçi bir şekilde alabiliyorum. Sizin de aradığınız buysa, tebrik ederim, buldunuz!

Mantığın Kaybolmasındaki Mantık ve Güzellik

Bu kadar yazdık, geldik senaryoya. 2014 Yılında çıkmış olan oyundaki senaryo derin ve güzel. Herhangi bir seçimimiz olmadığı oyunda (ki gerek yok) senaryo resmen akmış. İlk andan itibaren oyuncuyu içine çekiyor. Ama tabii herkesi içine çekecek diye bir durum yok. Peki kimleri çeker?

s6-6ee9225875f490641d4d46e9baf6253f
Bazı doğumlar zordur evet ama bu da…yani….

Bir kere metafiziğe “tamam” dememiz gerekiyor. Oyundaki yaratıkların yaratılması, böyle olmaları, hepsinin bir anlamı var. Söz konusu olan “kötü adam” ilerleyen sahnelerde neden kötü adam, yandaki karakter neden böyle, hepsini yavaş yavaş anlıyoruz. Spoiler olmaması için çok aktaramıyorum ama senaryosal olarak çıkmazlar, umutsuzluk vb. bir çok noktada görebiliyoruz. Yani demek istediğim bir kötü adam var, biz de onu yenmeye çalışan kahramanız gibi bir durum ortada yok. Kahramanımızın yolu, kendini de keşfetmesi, sıkıntılı öz geçmişinden yanındaki karakterlerle olan iletişimine kadar zengin bir senaryo söz konusu.

Silahımın Boş Olduğunu Son Bir Kez Fark Ederken

The Evil Within, üçüncü şahıstan baktığımız, zorlayıcı ve gerçekten hayatta kalma türünü gururla temsil ettiğini düşündüğüm bir oyun. Açıkçası, yapımcılar hiçbir şeyden kaçınmamışlar. Yani grafik var ama sesler kötü ya da ikisi iyi ama senaryo bir hiç demiyoruz. Her alanda gayet başarılı bulduğum ender oyunlardan. Sorarsanız ki “en sevdiğin 10 oyun arasına girer mi?” cevabım evet. Yazılarımdan beni tanıyanlar bilir, bol bol puan kırarım vallahi bunda kıracak bir yer pek bulamadım. Türü sevenler, sevmeyenler dahil herkese tavsiye ederim. Hatta pc oyunu sevmeyenler (evet biraz abartıyorum) bile bir kez deneyebilirler.

Oyunu gönül rahatlığı ile ps3, ps4, Windows, Xbox 360, Xbox One sahipleri tarafından alınabilir. Alınabilir demişken Steam’den 22 Tl gibi müthiş bir fiyata alınabilir. Yazıyı okudunuz, bittiyse. Hadi koşup alın.

Oyunun ikinci halkasını merak ediyorsanız, buradan bakabilirsiniz

Bir dahaki yazıda görüşünceye dek, seslere kulak vermeniz ve cephanenizin hiç bitmemesi dileğiyle…