GHOST IN THE SHELL Üzerinden Whitewashing (Beyazlaştırma)

Öncelikle bilmeyenler için whitewashing terimini açıklayalım. Whitewashing kelime olarak, anlayacağınız üzere beyaza yıkama, beyazlaştırma anlama gelir. Literatürde ise çeşitli sebeplerle, görsel ürünlerdeki karakterlerin özgün millet ve diğer özelliklerinin değiştirilerek “caucasian” olarak geçen avrupa asıllı ırklar tarafından canlandırılmasıdır. Son aylarda politically correct (politik olarak doğru, politik olarak düzeltme) kelimesiyle beraber sıkça duyduğumuz whitewashing, pek çok uyarlama projenin belası olmuştur. Çoğumuzun eleştirilerden sonra bakmaya dahi tenezzül etmediği Dragon Ball (IMDB 2.7) ve Avatar (IMDB: 4.2) en bariz örneklerden. Peki Ghost in the Shell whitewashing’e maruz kaldı mı?

Dünyanın ortak görüşü ve benim naçizane kişisel görüşüm: kaldı. Belki bahsi geçen Dragon Ball ve Avatar kadar kötü olmadı ama kaldı. Benim bu şekilde düşünmemin en önemli sebebi, yeni uyarlamayı sinemada izledikten sonra tekrardan özgün animeyi izleyerek Japon karakter sayısını karşılaştırınca, uyarlamada Japon oyunculardan kaçınıldığından emin olmam oldu. Site ve yazar ismi vermeden; bazılarının aksine, bunun yerelleştirme sebepli olmadığını da filmde görmüş olduk.

Hollywood’un whitewashing konusunda sicili aslında oldukça kabarık. Yani sorun bu yazıda ismi geçen birkaç filmden ibaret değil. Tarih dersine girip çok sıkmak istemiyorum ama 1930’lardan beri whitewashing örneklerine Hollywood yapımlarında rastlıyoruz. O eski günlerde belki Asyalı veya zenci bir karakteri oynayacak oyuncu kıtlığı vardı diye düşünüp bunu mazeret kabul edebiliriz. Sonuçta bahsettiğimiz örneklerin içinde beyaz bir aktörün yüzünün boyanarak zenciyi oynaması veya makyajla Asyalı rolüne bürünmesi söz konusu. Bunlar Yeşilçam’da da yapıldı ve zenci futbolcuları bağrına basan bir anlayışa sahip insanımızın, bu tip şeyleri kötü niyetle yapmış olabileceğini düşünmek pek mümkün değil. Niketim bu roller eleştiriden çok övgüyle de karşılandı, sonuçta hiç yapılmamış şeylerdi.

Aptal Şampiyon

Ne yazık ki whitewashing’in örnekleri bunlarla sınırlı değil. Hatta genel eğilimden bahsetmek gerekirse, neredeyse bu yapımların hepsinde başroldeki karakter ve iyi karakterlerin çoğunluğu beyazlaştırılırken; düşman, kötü veya zayıf karakterler özgün veya azınlık ırklardan aktörler tarafından oynanır. The Last Airbender‘ın en büyük sıkıntısı buydu. Prince of Persia‘da da Jake Gyllenhaal’ın başrolde oynaması da son derece absürttü. Geçmiş örneklerden 1963 yapımı Cleopatra‘yı Elizabeth Taylor’un oynaması, işin garip tarafı söz konusu yeni bir yapımda da Angelina Jolie’nin adının geçmesi Hollywood’un bu huyundan kolay kolay vazgeçmeyeceğini gösteriyor.

Bu örneklerin hepsinin ortak bir yanı var: başrolün döneminin en güzel ve yakışıklı oyuncuları arasında olmaları. Zaten whitewashing eğiliminin başlıca sebebi olarak estetik kaygı gösteriliyor. Bu son derece talihsiz ve çarpık bir kafa yapısı. Bu çeşit ırkçı bir eğilimin ise batı dünyasına has olduğuna inanmak istesem de Güney Kore’de bile olduğunu çok yakınlarımdan biliyorum. Whitewashing’e çanak tutan diğer sebeplerin arasında da politik ve finansal sebepler olduğu söyleniyor fakat Hollywood gibi dünyanın her yerinden insan barındıran bir sinema dünyası için özellikle de dev bütçeli yapımlarda bu sıkıntılardan bahsetmek komik olur. Kabul edelim; çoğu filmi başrol oyuncusu için izlediğimiz de bir gerçek. Hal böyle iken son günlerde iyice yükselen “politically correct” hareketler dışında Hollywood’un whitewashing huyundan vazgeçmeye niyeti yok gibi görünüyor.

Ghost in the Shell’e geri dönecek olursak, Hollywood versiyonunda mekan ve karakterlerin çoğuna sadık kalınmış, senaryo bir miktar değişse de bambaşka bir film yapılmaktan kaçınılmış. Evet film yine geleceğin Japonya’sında geçiyor. Yani the Departed filmindeki gibi bir yerelleştirme de söz konusu değil. Her ne kadar dünyanın küreselleşmesinin bir etkisi olarak ülkelerin çok uluslu olacağı varsayımı üzerinden bir mantık üretilmeye çalışılsa da koca filmdeki karakterlerin 10’da 1’inin Asyalı olması bana kalırsa çok büyük bir falso ve whitewashing var dedirtiyor. Zaten eğer konu yerelleştirmeden ibaret olsaydı özgün anime 8.0 puan alırken Hollywood versiyonu 6.8 puanda kalmazdı. Sonuçta bahsi geçen The Departed, özgün yapımı 8.0 puana sahipken, 8.5 puanla üzerine koymuş durumda.

Üzerine koyma demişken, uyarladığınız yapım kitap veya çizgi roman değil ki elinize yüzünüze bulaştırasınız. Özgün ürün de bir buçuk saatlik görsel bir sinema ürünüyken, insan daha kötü bir ürün ortaya koyma lüksüne sahip değil bence. Ben kendimi şartlamadan, eleştirilerin etkisinde kalmadan izlemeye çalıştım fakat yine de özgün yapıma yaklaşamadığını düşünüyorum. Özgün yapım 8 ise Hollywood’un yaptığı iş 6’dır. Animeyi hiç izlememiş olsanız belki 7’dir. Bu ne demek? Film kötü değil, hatta senaryo farklılıkları nedeniyle animeden farklı bir tat alıyorsunuz, nostalji hissini yaşarken aynı şeyi tekrar izlediğinizi hissetmiyorsunuz. Yalnız bir parantez açmak gerekirse Kenji Kawai‘nin o insanın içini ürperten müziğinin sadece kapanışta kullanılması bence bir zayıflık ama bu da benim kişisel görüşüm.

Whitewashing ne yazık ki Ghost in the Shell‘in en büyük problemi değil. Senaryo değişikliğinden bahsetmiştim. Hollywood versiyonu beyazlaştırılmaktan ziyade tek kelimeyle Hollywoodlaştırılmış. Bu ne demek? Özgün hikayesi müthiş olan, Matrix gibi bir başyapıta ilham olmuş bir yapımın gelecek hakkında endişelendiren, insana kendini, diğer insanları, hatta yaşamı sorgulatan bütün o felsefi altyapı gitmiş, yerine daha çok aksiyon ve dram gelmiş. Matrix’in de altında yatan felsefeden ziyade aksiyonunun konuşulup hatırlandığı düşünülünce aslında buna şaşırmamak gerek. Demek ki genel izleyicinin talebi bu ki arza bu şekilde yön vermiş.

Senaryonun değişmesi karakterlerde de değişikliğe neden olmuş. Bahsettiğim üzere Asyalı karakterler azalmış. Bunun sebebinin oyuncu kıtlığı olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta Hollywood the Last Samurai gibi bir filmi çekebilmiş. Dil sorunu olduğunu hiç düşünmüyorum zira onca İngilizce konuşabilen Japon aktör varken Aramaki rolündeki Takeshi Kitano‘nun film boyunca Japonca konuşması, diğer karakterlerin de bunu anlayıp İngilizce cevap vermeleri söz konusu. Bunu, muhtemelen öyle olmasına rağmen, otomatik çeviri yapan teknolojik aksama bağlama gereği bile duymamışlar. Bu da, karakter seçiminde Japon veya Asyalı karakter kullanımından kaçınma ve whitewashing konusundaki soru işaretlerini daha da çoğaltıyor. Filmde dil kullanımıyla ilgili spoiler’a kaçabilecek başka örnekler de mevcut.

Toparlamak gerekirse amacım her ne kadar yeni Ghost in the Shell filmini incelemek olmasa da eleştirel bir gözle yorumlamış oldum. Filmin ciddi whitewashing problemleri olmasına rağmen, asıl probleminin özüne sadık kalmaması, whitewashing’e de ön ayak olanın bu değişikler olması. Bu benzerlikten kaçınmanın sebebi farklı bir şey çıkarma kaygısı da olabilir. Ama böyle bir kaygı varsa şayet, ortaya koyduğun ürün kaynaktan daha iyi olmalı. Böyle bir iddian yoksa, adı dahil herşeyini kullandığın yapıtın aynısını yapsan zaten beklenti o yönde olacağı için kimse neden yaptın demez. İzleyicilerin özgün eseri izlemeden filmini izleyeceğini varsayıyorsan eğer, bırak cyborgu yapay zekayı, henüz günümüz çağına ayak uyduramamışsın demektir. Bir kere alt kültüre (geek) hitap eden bir yapıt ortaya koyuyorsun, genel izleyiciye değil. Bu insanlar hiç bilmedikleri bir konu hakkında bir hype’a rastladıklarında açıp bakıyor, araştırıyor, okuyor veya izliyorlar. Yapım hem eleştirel anlamda hem de gişe anlamında başarısız oldu. Yapımcıların da whitewashing suçlamalarıyla ilgili talihsiz açıklamaları oldu akabinde. Ama dediğim gibi esas sorun bu değildi. Senin yapıtın eğer iyi olsaydı whitewashing’in kralına rağmen izlenirdi. Kimse izlemese Trump’ı seçen Amerikalılar izlese yeterdi.

Dipnot: Politically correct’e de bir giriş yapmak isterdim fakat o konuyu daha güzel irdeleyebileceğimiz bir örneğe saklamaya karar verdim.
Dışında çıtır çıtır sosyallik çikolatası, içi yumuşacık geek kreması.