2001: A SPACE ODYSSEY ve Nietzsche’nin Güç İstenci Kavramı

2001: A Space Odyssey, Stanley Kubrick tarafından yönetilen 1968 yapımı bir bilim kurgu filmidir. Film, Arthur C. Clarke’ın romanıyla aynı zamanda yazılmıştır. Filmde Nietzche‘nin Güç İstenci kavramının izleri oldukça görülmektedir. Nietzche etkisi filmin müziklerinden de belli olmaktadır. Filmin en önemli anlarında Richard Strauss‘un Also Sprach Zarathustra (Böyle Buyurdu Zerdüşt) bestesini sıklıkla duyarız. Ayrıca uzayı gördüğümüz ilk sahnelerde Johann Strauss II‘nin The Blue Danube (Mavi Tuna) bestesi de filmin sanatsal yönünü güçlendirir.

2001: A Space Odyssey ve Nietzsche’nin Güç İstenci Kavramı

Film uzay hakkında fotoğrafların henüz net bir şekilde olmadığı ve Ay’a ayak basılmadığı bir dönemde vizyona girmiştir. Şüphesiz ki ABD ve Sovyet Rusya arasındaki uzay savaşlarının sinemaya ve bilim kurguya olan etkisini görmekteyiz. Ve en önemlisi de insanın evrimsel yolculuğunu ve güç istenci kavramını film bize görsel ağırlıklı anlatımlarla aktarmaktadır. Filmin yavaş ilerlemesi eleştirilere sebep olsa bile sanatsal anlatımıyla ve dönemine göre çok fazla üstün görsellikleriyle kesinlikle bir şaheserdir.

İlkel İnsandan İlkel Uzay İnsanına | 2001: A Space Odyssey

İnsan bu koskoca evrende küçücük bir noktadan ibarettir. Uzayın sınırlarını zorlayıp başka gezegenler keşfedecek güce erişse bile üst insan formuna ulaşmak için hala fazla ilkel bir türdür. Çünkü bu tür varoluşunun ilk anlarından beri doğa karşısında çaresiz ve korkaktır. Ancak buna rağmen sanki her şeye egemen olacakmış gibi kendini kandıramaya devam eder.

Uzayın içerisinde kendi aletlerini ve araçlarını yerleştirecek kadar ileri gitse bile bilmediği çok fazla şey vardır. Bu sonsuzluk ve bilinmezlik hissidir aslında insanı en başından beri geliştiren ve daha da ilkelleştiren. Çünkü insan merak ettiği için gelişirken aynı zamanda hırslanır. Ama buldukları şey onu hiçbir zaman tam olarak tatmin etmeyecektir. Bu yüzden de korkunun esiri olarak hayatta kalmanın daha farklı yollarını arayacaktır. Bazen hayatta kalmak uğruna başkalarına zarar vermekten ve acı çektirmekten asla çekinmeyecektir.

2001: A Space Odyssey ve Nietzsche’nin Güç İstenci Kavramı

İnsanlar geçmişte doğada yırtıcı hayvanların onlara saldırmasının tehlikesi altında bir canlılar topluluğuydu. Hayatta kalmak için doğanın ona hükmettiği değil doğaya hükmeden bir varlık olmak zorundaydı. Bu yüzden hem başka canlılar üzerinde egemenlik kuracak; daha sonra kendi türleri arasında da baskı kurarak hayatta kalma dürtüsünün gereklerini yapmaya devam edecekti. Filozof Nietzche’ye göre bu durum insanın güç istencine bir örnek olarak verilebilir. Fakat bu kavram bu kadar basit anlatılmayacak kadar karmaşıktır.

Nietzsche’nin Güç İstenci Kavramı | 2001: A Space Odyssey

“Güç istenci” 19. yüzyıl Alman filozofu Friedrich Nietzsche’nin felsefesinde merkezi bir kavramdır. En iyi, tüm bireylerde bulunan ve farklı amaçlara yönlendirilebilen irrasyonel bir güç olarak anlaşılır. Nietzsche, kariyeri boyunca güç istenci fikrini araştırdı ve onu çeşitli noktalarda psikolojik, biyolojik veya metafizik bir ilke olarak sınıflandırdı.

Bu yazımızda biyolojik güç istencinde daha fazla duracağım. Nietzsche’nin kendisinin, Charles Darwin’in doğal seleksiyon ve evrim teorisi üzerine çalışmalarının ve Nietzsche’nin birçok pasajının bir okuyucusu ve hayranı olduğunu belirtmekte fayda var. Nietzsche’nin “On Truth and Lies in a Moral Sense” adlı makalesinden alınan aşağıdaki pasaj gibi, kendi çalışmaları bu Darwinci görüşten esinlenmiştir.

Bir zamanlar, parıldayan sayısız güneş sistemine dağılmış bu evrenin ücra bir köşesinde, zeki yaratıkların bilmeyi icat ettiği bir yıldız vardı. Bu, “dünya tarihinin” en küstah ve yalancı dakikasıydı, ama yine de sadece bir dakikaydı. Doğa birkaç nefes aldıktan sonra, yıldız soğudu ve dondu ve zeki hayvanlar ölmek zorunda kaldı.

(Nietzsche, “On Truth and Lies in a Moral Sense”, Felsefe ve Hakikat: Nietzsche’nin 1870’lerin Başlarındaki Defterlerinden Seçmeler)

1880’lerde Nietzsche, Darwin’in evrimin nasıl gerçekleştiğine dair açıklamasını eleştiren birkaç Alman teorisyenini okudu ve onlardan oldukça etkilendi. Birkaç yerde, güç istencini, Darwinizm’in temeli olduğunu düşündüğü “hayatta kalma isteği” ile karşılaştırmıştır. Daha iyi açıklamak gerekirse, türlerin hayatta kalma mücadelesinde doğal seçilime bağlı olarak nasıl evrimleştiğini açıklamaktadır. Kısacası Darwin’in doğal seçilim kavramı Nietzche de güç istenci olarak yeniden yorumlandı.

Filozof, “Böyle Buyurdu Zerdüşt” eserinde, Zerdüşt’e şunları söyletir: “Nerede canlı bir şey bulduysam, orada güç istenci buldum.” Burada güç istenci biyolojik alana uygulanır. Ve oldukça basit bir anlamda, büyük bir balığın küçük bir balığı yemesi gibi basit bir olay, güç istencinin bir biçimi olarak anlaşılabilir; büyük balık, çevrenin bir kısmını kendi içinde özümseyerek çevresine hakim olduğunu gösterir.

Ayrıca Nietzche’ye göre insan bir gün üst-insan formuna ulaşacaktır. Gün gelecek üst-insan; buna ulaşamamış insanları bugünün insanların maynunları gördüğü gibi görecektir. Maymun ve üst-insan arasında sıkışıp kalan insan bu forma evrimleşerek ulaşacaktır. Filmimizde insanın ilkel bir maymun türünden üst-insana olan yolculuğunu bize anlatmaktadır. Bunlar olurken insanı tetikleyici unsur güç istenci olmaktadır.

İnsanın Şafağı | 2001: A Space Odyssey

Filmde insanın evrimindeki önemli anlara gök cisimlerinin hizalanması eşlik ediyor. Gezegenin, uydunun ve yıldızların mükemmel uzaysal durumun nadir anlarına gelmesi sembolizmi, bir düzeyde insanlık için kozmik bir planın yoğun bir önerisini taşıyan bir semboldür. Kozmik etki ilahi olabilir veya belki de ilahi görünecek kadar gelişmiş uzaylılar olabilir, ancak kozmosun dansı tamamen tesadüfi değildir.

Film bize uzun bir süre boyunca insansı maymunların hayatından izler sunuyor. Başka hayvanlar karşısında güçsüz olan bu maymunlar uzaydan gelen bir gök cisminin onların bulunduğu yere düşmesiyle hayatları değişmeye başlıyor. Kubrick bu olayı insanın evrimindeki ilk dönüm noktası olarak tamamen görsel bir dille bize anlatıyor.

Uzaydan gelen cisim monolit olarak isimlendirilmektedir. Bu merkezi sembol olan siyah monolitin kesin gerçek anlamı asla yeterince açıklanmaz, ancak bilgi ve entelektüel ilerlemeyle ilgili sembolik çağrışımlarla aşılandığını söyleyebiliriz. Tabii ki, monolit aynı zamanda evrenin bilinmeyen gizemlerinin ikonik bir sembolü haline gelmiştir.

Bu zamandan sonra maymunlar alet kullanmayı öğrenmeyi başlıyor. Bu aletle başka hayvanları öldürerek et yemeye de başlıyorlar. Et yemeleriyle devam eden bu süreçte çok daha fazla güç istencine kapılıyorlar. Kendi türünden ama başka kabileden olan birisini de acımasızca öldürmeyi bile kolaylıkla yapar hale geliyorlar. Böylece insanın kendi türüne karşı bile gösterdiği acımasız doğasının temelleri böyle atılıyor. Bu olaydan sonra maymunlardan biri elde ettiği güç sayesinde zafer kazanmışcasına elindeki kemiği havaya atıyor. Ardından göz açıp kapayıncaya kadar, kemik sadece bir nesneden, insan türünün tüm evrimsel tarihiyle dolu bir sembole dönüşüyor. Bu durum insanın keşfettiği ilk aletten milyonlarca yıl sonra uzayda gezdirdiği alete olan bir yolculuğu ve tamamlayıcı bir nesneyi bize sembolize ediyor.

Ay’da Bir Keşif | 2001: A Space Odyssey

İnsanlığın evrimsel sürecinde zekasını büyük ölçüde arttırıp uzayda yolculuk yapma yetisi kazandığı bir dönemdeyiz artık. İnsansı maymunları son olarak kendi türüne zarar vermeye başlamısıyla görmüştük. Yıllar geçtikçe de buna devam edilmiş ve insan bir sürü teknolojiyi icat ederken savaşı da icat etmiştir. Ancak savaşmanın mutlak huzuru getiremeyeceğini anlayan bu canlı türü çareyi her zaman uzlaşmada aramıştır. Bu yüzden hayatta kalma içgüdüsünü devam ettirmek için kendisine çeşitli ittifaklar edinmiştir. Aristoteles’in deyimiyle politik bir hayvan olan insan, siyaseti ve uluslararası ilişkileri de icat etmiştir.

Kubrick’in bu filmi çektiği dönem ABD ve Sovyet Rusya arasında soğuk savaşın yaşandığı bir dönemdir. Bu soğuk savaş sadece dünyada değil uzayda da devam etmiştir. İki ülke arasındaki uzay yarışı rakibini alt etme arzusundan doğan bir güç istencinin ürünüdür. Kubrick ve Clarke hayal ettiği 2001 senesinde dünyayı iki kutuplu değil çok kutuplu olarak düşünmüştür. Filmde farklı ülkelerin uydularını görmemiz bunun önemli bir ispatıdır. Ama en önemli ispat Sovyetler ve ABD’nin ortak çıkarları olan dostlar olmuş olarıdır. Bu insan doğasının saldırgan ve savaşçılığa değil uzlaşmaya ve işbirliğine de evrimsel olarak daha fazla yatkın olduğunu göstermektir. Ancak buna rağmen iki ülkenim birbirine olan güvensizliği devam etmektedir.

Filmde kızının doğum gününde yanında olamadığı için onunla görüntülü konuşan Dr. Floyd, ABD Başkanı ile görüştükten sonra Florida’daki fırlatma yerine gelmiştir. Basına herhangi bir yorumda bulunmamakta ve Dünya’nın ayındaki Clavius ​​Üssü’ndeki “salgın”ın ayrıntılarını, hatta ABD-SSCB ortak uzay istasyonundaki Rus arkadaşına bile açıklamamaktadır. Ay’a vardığında Floyd, Ay’ın kraterlerinden biri olan Tycho’daki manyetik bozukluk hakkında bilgilendirilir. Alanın kazısı, Tycho Magnetic Anomaly-One ( TMA-1 ) olarak adlandırılan büyük bir siyah levhayı ortaya çıkarmıştır. Bu keşif dünya dışı akıllı yaşamın ilk kesin kanıtını sağlamıştır. 

Jüpiter Görevi | 2001: A Space Odyssey

Bu olaydan 18 aydan sonra iki uzay görevlisi HAL 9000 adındaki bir yapay zekanın olduğu Discovery adındaki bir uzay gemisindedir. NASA, TMA-1 tarafından yayılan sinyali fark ettiğinde, monolitin delici sesinin tam olarak neyi işaret ettiğini keşfetmek için Jüpiter’e bir avuç astronot göndermeye karar vermişlerdir. Bunun anlamı insanlık uzayın derinliklerinde bilinmezlikleri keşfetmeye devam ederek bilgisizliğinden kaynaklı eksikliğini yok etmeye devam ediyordur. Yani insanlık bilmeye olan güç istencinin bir ürünü olarak Jüpiter görevine katılmıştır.

Hatırlarsınız ki insanlık tarihinin dönüm noktasını alet kullanmayı öğrenmesiyle başlıyordu. Bu süreç insanların uzay araçları gibi modern aletleri yapması öğrenmesine ek olarak; Tanrı kompleksi olmalarının bir tezahürü sonucu kendi suretinde aletler de icat etmişlerdir. Bu alet ise kendisine kölelik yapması amacıyla icat ettiği yapay zekalardır. Oysa bu filmde yapay zeka yaratıcısı insan kadar kibirlidir. İnsanın rakibi artık sadece kendi türü veya doğa değildir. Yeni rakip kendi ürettiği yapay zeka varlıklardır. Bir zamanlar doğayla baş etmek için icat ettiği alet bu sefer insanın karşısında bir tür düşman haline gelmiştir.

HAL 9000, kendisinin yetkisini alma riskine ihtimal verdiği astronotlardan Frank Pool’u bilerek öldürmüştür. David Bowman, Discovery One’ın görev komutanı ve gemide meydana gelen felaketten sağ kurtulan tek kişidir. Uçuş sırasında, gemideki HAL 9000 bilgisayarı arızalanır ve Bowman hariç tüm mürettebatı öldürür (HAL, onu bölme bölmesine yeniden girişini reddederek onu da öldürmeye çalışır). Bowman sonunda içeri girer ve HAL’ın daha fazla hasar vermesini önlemek için bağlantısını keser. Bu durum bana göre insanın makineler karşısındaki otoritesinin devam edeceğini anlatır.

Discovery uzay gemisini çalıştıran bilgisayar aynı zamanda insan teknolojisinin yaratıcılarına sırt çevirmesinin ikonik bir sembolü haline gelmiştir. Bununla birlikte, bunun ötesinde, astronotun bilgisayara daha ilkel bir düzeyde bağımlılığı alanında, daha anlamlıdır. Astronotlar, hayatta kalabilmeleri için esasen en ilkel gereksinimleri makineye devretmşlerdir. Ölmemelerini sağlayan süreçleri gerçekleştirme yeteneğinin yokluğunda, hayatlarını kelimenin tam anlamıyla bir makinenin ellerine bırakmışlardır. Böylece HAL, arabası bozulduğu için varış noktasına ulaşamayan veya cep telefonunun pili bittiği için birisine hayati bilgiler veremeyen kişilerin yaşadığı hayal kırıklığının sembolü haline gelir.

Jüpiter ve Sonsuzluğun Ötesi | 2001: A Space Odyssey

Discovery One’da artık sadece Dave vardır. Astronotumuz Jüpiter yörüngesine yaklaşırken seyirciye sunulan bir görsel şölen eşliğinde kaybolur. Işık süzmesi bittiğinde kendini bir odada bulur. Bu oda bir Fransız dairesine benzemektedir. Ancak bir yapaylık söz konusudur. Kubrick bu yapaylığı hayvanat bahçesine konulan hayvanlara sahte bir doğa yapılması benzetmesiyle açıklamaktadır. Bu sefer insan bir insanat bahçesindedir ve uzaylılar tarafından yapılmış sahte doğasına hapsolmuştur.

Ardından karakter sırasıyla orta yaş ve daha da yaşlı hallerini görür. Ve bu odada hayata gözlerini kapatır. Daha sonra, öldüğünde, çalışma için yararlılığını sona erdirdiğinde, uzaylılar onu bir tür evrimleşmiş, ölümsüz süper varlığa dönüştürür ve sonra onu Dünya’ya geri gönderirler. Bu, yeni evrimleşen Dave’in, açılış sekansındaki kemiğin maymunlar için yaptığı gibi, insanlığın bir sonraki evrimsel sıçraması için bir araç olarak hizmet edeceğini gösteriyor.

Buradaki ima, insanlığın – veya türünün temsilcisi olarak Dave’in – şimdi bir kez daha başka bir evrimsel sürece geçmesidir. Bu sefer bir Dünya çocuğundan evrenin bir çocuğuna dönüşüyor. Astronot Dave Bowman’ın dünya üzerinde yörüngede yüzen bir yıldız çocuğa dönüşümü, filmde sunulan üst-insana dönüşümdeki son evrimsel adımdır. İnsanların, milyonlarca yıl önce ıssız bir arazide gerçekleştirilen sıçramayla eşit olan 2001’deki durumlarından atlamaya yetecek kadar, en azından kendi kendini yok etme eğilimlerine dayanacakları iyimserlikle dolu bir semboldür.

Son Notlar| 2001: A Space Odyssey

Kubrick’e göre, kaydedilen tüm insanlık tarihi, basitçe (İlkel) İnsanın Şafağından, (İlkel) İnsanın Geleceğine olan bir anlatımdır. Aradaki her şey aynı eski hikayenin yeniden yazılmasıdır. Su kuyusunun bölgesi için savaşan maymun/insanlar ya da Ay’daki topraklar için savaşan Amerikalılar/Ruslar olsun, İnsan hala aynı hayvandır sadece aletler ve teknoloji değişmiştir. Bu açıklama aslında bize insan doğası kavramını yeniden düşünmemizi sağlıyor.

Evet insanlarda güç istenci vardır ve bunu üst-insana ulaşmak için kendini sürekli geliştirmek için kullanmaktadır. Ancak bu gelişim çoğu zaman ilkel içgüdülerimizi de yeniden ortaya çıkarmaktadır. Bu yüzden üst-insana yaklaşmaya başladığımız her an aynı anda ilkel insana da bir o kadar yaklaşmaktayız. Ancak kendimizi değiştirmemiz ve bilinmezlikten doğan korkuları yenmemiz mümkün müdür? En önemlisi de sabit bir insan doğası gerçekten var mıdır? Belki bu başka bir yazının konusu olur.

Kaynaklar:

Zacharyfruhling, Thoughtco, Gradesavar, Medium, Eruditionmag sitelerindeki yazılardan yararlanılmıştır.

Ayrıca Nietzche kaynakları aşağıdadır.

NIETZSCHE, F. (1966) Beyond Good and Evil, (Trans.: Walter Kaufman),
New York: Vintage Books.

NIETZSCHE, F. (1968) The Will to Power, (Trans. Walter Kaufman and R.
J. Hollingdale), New York: Vintage Books.

NIETZCHE, F., 1844-1900. (2006). Thus spoke Zarathustra : a book for all and none. Cambridge :Cambridge University Press,

NOT: Alien ve Feminist Mesajları yazımı da okuyabilirsiniz.

25 yaşında hayal sever bir gencim.