Invincible, yakın bir zamanda – 2021’in Mart ayında- bizlerle buluştu. Amazon’un online streaming platformu Prime Video’da yayınlandı. Bir animasyon olarak karşımıza çıkan yapıma The Walking Dead’den hatırlayacağınız Steven Yeun, büyük usta J.K Simmons, Killing Eve’in Eve’i Sandra Oh gibi isimler sesleriyle karşımıza çıktılar. Yapım aslında 2003 yılında çizgi roman olarak başlamış ve 2018 de son sayısını yayımlamıştır. Robert Kirkman, Invincible karakterinin yaratıcısı, dizinin de baş koltuğunda.
Açın yolu Invincible geliyor!
Bu yapım Invincible’ın uçtuğu gibi ayağınızı yerden kesecek. İlk olarak hiçbir beklentim olmadan “aa bu neymiş” olarak başladığım bu yapımı başladığım 24 saat içinde bitirdim. Süper kahramanlara farklı bir bakış açısı diyebileceğimiz bu yapım; aile içi drama, gençlik sıkıntıları gibi konuları harmanlayıp dram, aksiyon, komedi gibi alanlara adımı atmış; hepsini bir süper kahraman hikayesine entegre ederek önümüze sunmuştur. Marvel, DC gibi büyük şirketleri kıskandıracak derecede kaliteli olan bu yapım hakkında söylenecek o kadar çok şey var ki nereden başlasam bilemiyorum.
Basit bir animasyon olarak görünse de senaryo ve olayların kurgusu okullarda öğretilmeye değecek kadar kaliteli; günümüzde çekilen bir dram, aksiyon filminden daha güzel. İlk bölüm ile son bölüm arasında “filler” diye adlandırdığımız; vakit geçirmek için yerleştirilen bölümlerden sadece bir belki iki tane var. O bölümler de gelecek için yazarların bıraktığı bir açık kapı; bu bölümler sayesinde gelecek bölümlerde filler bölümlerde geçen karakterleri kullanabilirler. Filler dediğimiz bölüm bile ana karakterimiz yani Mark Grayson’a namı diğer Invincible’a bir gelişim sağlıyor. Karakter gelişimi konusunda yan karakterlere çok önem vermemiş olsa da yapım; Mark’a oldukça uzun bir zaman tanımış ve onun kişiliğini iyice anladığımızdan emin olmuş. Her bölüm düştüğünü, dayak yediğini, dayak attığını, insanları kurtardığını, kurtaramadığını görüyoruz. Bu olayların seyirciye Invincible’ın alışık olduğumuz bir süper kahraman yapımından daha fazlası olduğunu gösteriyor.
Alışık olmadığımız derken, daha kanlı, vahşet dolu bir hikaye. “Origin” diye adlandırdığımız bir karakterin kökenlerini, güçlerini anlatan yapımlar inişli çıkışlı olur, eğer yazarlar cesursa karakter gelişimi için bir iki kişiyi öldürürler. İşte bu yapımda o bir iki kişinin yerini yüzlerce belki binlerce kişi ve daha fazla kan, vahşet almış. Normal hayatta böyle olaylar olsaydı yüzlerce kişinin ölmesi, bunların bazısının kahramanların kolunda, bazısının soğuk betonların altında olması daha olası. Hem kaç kişi bir uzaylı istilasından hiç zayiat vermeden kurtulabilir ki?
Kaçırmış olabileceğiniz detaylar
İlk bölüm oldukça alışık olduğumuz bir süperkahraman hikayesi ile başlıyor. Kötü adamlar Beyaz Saray’a saldırır, dünyanın koruyucuları Amerikan başkanını korur. İlerleyen sahnelerde bu klişeyle ilgili geçilen dalgayı fark etmiş olabilirsiniz: “ Başkan hala orada mı yaşıyor ki?” gibisinden küçük bir iğneleme yapılmış olayın klişeliğine.
İlk bölümde yaşanan “katliam” diyebileceğimiz olayı anlamdırmakta yetersiz kalmıştım izlerken. Aklımdaki tek şey “Neden?” sorusuydu. Dediğim gibi dizi klişe başlamıştı böyle bir cesarete sahip olduklarını tahmin edememiştim. Sahne beni resmen şoka soktu ve dizi beni böylece daha çok içine çekmiş oldu. Çünkü dizi eski klişe süperkahraman algısını aslında bu şekilde “öldürmüştü” benim gözümde. DC’nin Justice Leauge benzeri Guardians of the Globe takımı alıştığımız formülün bir temsilcisiydi ve Robert Kirkman bu formülü ezdiğini bu takımı öldürerek belli etmişti.
Karakterler üzerine birkaç kelam
Mark’ın psikolojisini anlamak biraz zor olsa da imkansız değil. Sonuç olarak hangimiz süper kahraman oldu da çocukla empati kursun, değil mi? Gençlik yıllarında 17 yaşında olan Mark Grayson her ergenin yaşadığı hayatı yaşamakta dizide. Tabii, normal değil sonuç olarak babası bir süperkahraman. Güçlerini elde ediyor ve süperkahramanlık işine bodoslama diyebileceğimiz şekilde giriyor. Kendi gibi kişileri tanıyor, sohbet ediyor tabii ki en başta idolü babası yani Omni-Man olmak üzere. İlk bölümde dediği gibi “Aynı senin gibi olmak istiyorum baba.” Şimdi bu adamın karakter için önemini anlamakta çok zorluk çekmezsiniz diye düşünüyorum. Hepimizin hayatımızda rol model olarak gördüğü birkaç kişi olmuştur. Onların bizlere ihanet ettiğini, düşündüğümüz kişiler olmadıklarını düşününce işte, burada işler ciddileşiyor.
Son iki bölüm gerçekten efsane. İzlerken “yeter artık” dediğim bu iki bölüm psikolojik olarak beni yordu diyebilirim. Kendinizi Invincible yerine koyun, tüm o kana, fedakarlığa yeni alışmış daha 17 yaşında bir gençsiniz. Babanız, hayatınızda bildiğiniz çoğu şeyi, güçlerini kullanmakla alakalı her şeyi öğreten adam; bir anda size yalan söylediğini açıklıyor. Yegane amacının bu dünyayı fethetmek olduğunu, Guardians of the Globe’u öldürmesini buna bağlıyor. Bunlar Invincible’ın karakterinin yapıtaşlarına ters düşen her şeyi kapsıyor. İhanet, cinayet, yalan bunlar onun gözündeki iyilik abidesi babasından görmeyi hiç beklemediği davranışlar.
Neden bu kadar kan, vahşet, şiddet?
Son iki bölümünün tokat gibi çarpan sertliğini atlamamalıyız. Neden tokat gibi? Şöyle ki seyirci olarak Omni-Man’nin yalanlarını öğreniyoruz, gerçekler yüzümüze ilk tokadı vuruyor. Ardından sıra geliyor ana karakterimizin, babasına karşı çıkmasına. Dövüşüyorlar demek isterdim ama basitçe anlatmak gerekirse yaklaşık bir buçuk bölüm boyunca Omni-Man’nin Invincible’ın kıçını tekmelemesini izlemek dizinin bizlere vurduğu ikinci gerçeklik tokadı. Invincible’a yaşanan olayların gerçekliğini sorgulatan kopan eli tuttuğu sahne bence çoğu şeyi anlatıyor. Daha sonrasında gelen tren sahnesi, Omni-Man’nin insanları karınca gibi ezmesi, onlardan değersiz bir böcekmiş gibi bahsetmesi, Mark’ın annesi hakkında ettiği kötü laflar birazcık empati yeteneği olan her izleyiciyi sinirlendirmiştir diye düşünüyorum. Mark’ın yaşadığı çaresizlik ama yine de o anda hissetiği öfke çok iyi aktarılmış.
Soruya gelebilirsek “Çünkü Omni-Man bir şerefsiz,” diyerek bitirmek isterdim ama bu soruya bundan daha güzel bir cevap var. Anlatılması gereken bir hikaye var ve bu hikaye kansız anlatılamaz. Boys gibi benzer bir konuyu işleyen Invıncible’ın en net karşılaştırması yine Boys olmuştu. Boys ikinci sezonu ile bizleri biraz üzse de yine çarpıcı bir sezon finali vermişti. “Tamam da Boys ne alaka?” dediğinizi duymadığımı sanmayın ama burada çok net bir fark var. Boys “kanlı” olmak için kan döküyor, Invincible bir hikaye anlatmak için döküyor. İki diziyi de izlerseniz bana hak vereceğinizi umuyorum.
Özellikle sezon finalindeki tren sahnesi ne kadar altı boş gibi görünse de bardağı taşıran son damlaydı. O sahnenin ardından gelen Omni-Man’in oğlunu dövmesi ona insanlar hakkında neler düşündüğünü ve ne kadar cılız yaratıklar olduğundan bahsetmesi sizi bilmem ama beni fazlasıyla sinirlendirdi. Omni-Man ile Invincible arasında geçen son konuşma “Sen kalacaksın baba,” sözü ile kalbimizde bir yer edinmeyi hak etti ve Invincible ile seyirci arasında biraz da olsa duygusal bir bağ kurmayı sağladı.
Invincible hakkında son yorumlar
Invincible, çerezlik olarak izleyebileceğim bir dizi olarak listemde yer almış bir yapımdı ilk başlarda. İlk bölümden sonra yaşadığım şok beni bu yapımın ciddi bir iş olduğunu anlamama yetmişti. Seslendirme kadrosu, kurgusu, karakter derinliği, yan hikayeleri, müzikleri, esprileriyle Invincible Marvel, DC gibi günümüzde çok popüler olan çizi roman şirketlerinin yumuşak tavrına ve klişeleşmiş hikayelerine “yeni kan” olarak tam gaz girdi ve yaptığı işin bu şirketlerden farklı olacağını kanıtladı. Şimdiden 2021’in en iyi yapımları arasında yerini almış bu yapımı herkese öneriyorum. Sağlıcakla kalın!
Merak, ilgi uyandıran bir yorum ?